Herkes döviz kuru, faiz politikasının yanlışlığı, KKM’ye ne olacağını vs. konuşuyor. Peki ücretler? Peki istihdam? Enflasyonu düşürünce ücretler artmayacak, reel gelir kayıpları ortadan kalkmayacak, yüzde 10’larda seyreden işsizlik azalmayacak. Ekonomik gidişata dair biriken toplumsal tepki ezbere bir istikrar programı ve belki bunu destekleyecek bir miktar sosyal yardımlarla çözülüp yatıştırılabilecek seviyeyi çoktan geçmiş durumda. Geniş kitlelerin talep ve ihtiyaçlarını gözetecek politikalar üretilmesi gerekiyor.
Seçimler ve ekonomi- 1:
Özetlemek gerekirse, seçim sonuçları nasıl olursa olsun oldukça fazla bilinmeyenin olduğu bir denklemle karşı karşıyayız. Son yıllarda Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları ile yüzleşmek yerine krizden kaçınmak için el yordamıyla yapılan müdahaleler işi iyice içinden çıkılmaz bir hale getirmiş durumda. Ancak şurası açık ki kısa vadede ekonominin faiz-döviz kıskacından kolaylıkla çıkması mümkün görünmüyor. Kısa vadede istikrarı sağlamak ve enflasyonu düşürmek üzere yüksek faiz oranlarına geçilmesi mucizevi sonuçlar getirmeyeceği gibi birtakım riskler de barındırıyor.
Deprem, devlet, sermaye — 2
Türkiye kapitalizminin piyasacı mantığı, bizi getirebileceği yere getirdi. Rant ve kâr maksimizasyonu ile sonuç bu. Artık köhnemiş, eskimiş, vakti dolmuş piyasacı ekonomik düşünceleri bir kenara bırakmak gerekiyor. Her şeyi piyasaya, kamusal olarak sağlanması gerekenleri de “hayırsever”lerin insafına bırakmakla gelebildiğimiz yer ancak burası. Liyakatin ve uzmanlığın göz ardı edilmiş olması, siyasi sistemin aşırı merkezi hale getirilmiş olması, içinde bulunduğumuz durumun ardında yatan çok önemli nedenlerdir. Ancak sermayenin doğasını ve kamusalın yavaş yavaş ve inatla ortadan kaldırılmasını gündem yapmadığımız sürece sadece bu nedenlere odaklanarak Türkiye’nin politik ekonomisini anlayabileceğimizi düşünmüyorum
Katliamın politik ekonomisi: Deprem, devlet, sermaye
Kelimenin tam anlamıyla hayatımızın doğru düzgün bir kamuya ve doğru düzgün bir planlamaya bağlı olduğunu gördük. Kamunun planlama gücü zayıflatıldığında geriye kalanın güvenlikçi politikalar dışında koordine olamayan bir devlet olduğunu gördük.
“Türkiye modeli” ile nereye kadar? Büyüme verileri üzerine birkaç gözlem
Ekonomideki durgunluk eğiliminin devam etmesi ilk risk olarak karşımıza çıkıyor. Döviz kurunun baskılanıyor olması, içeride enflasyonu yavaşlatıcı bir etki sağlasa da ihracatçılar açısından işleri zorlaştırdığı görülüyor. Kurun baskılanması her ne kadar enflasyonu bir miktar kontrol altına alıp yatırımların devam etmesini sağlıyor olsa da aynı zamanda döviz ihtiyacını yükselterek kırılganlığı artırıyor. İkinci olasılık ise döviz kurunun baskılanması enflasyonu yavaşlatıcı bir etki sağlasa da ihracatçılar açısından işleri zorlaştırdığı için bir noktada kurun yukarı gitmesine izin vermek olacaktır. Bu ise yeni bir kur şoku ve ardından yeniden hızlanan enflasyon olarak yansıyacaktır.
ABD’de enflasyon ve Fed’in faiz artırımları- II
Tüm bu riskler karşısında Fed’in faiz artışlarına ne kadar devam edebileceği tartışmalı. Nitekim geçtiğimiz hafta yapılan açıklamalarda Fed her ne kadar faiz artışlarına devam edeceğini açıklasa da son toplantı tutanaklarına göre faiz artışlarının hızını yavaşlatmayı gündeme almış durumda. Yine de önümüzdeki dönem dünya ekonomisi için halen oldukça tehlikeli bir görünüm sunmaya devam ediyor.
ABD’de enflasyon ve Fed’in faiz artırımları-I
Kısacası, Fed’in faiz artışlarına devam etmesi ABD ekonomisini bir resesyona, işsizlikte artışa ve reel ücretlerde daha fazla gerilemeye götüreceğe benziyor. Bu esnada enflasyonun arzdan kaynaklı sebepleri ortadan kalkmaz ise sonuç süreğen bir enflasyon ve yavaşlayan bir ekonomi olacak.
Seçim ekonomisi ve artan riskler
önümüzdeki dönemin bir yandan seçime yönelik daha fazla adımın atılacağı bir yandan da yeni bir kur yahut ödemeler dengesi krizi riskinin oldukça yüksek olacağı bir dönem olacağa benziyor.
“Türkiye modeli:” Esas mesele
Halbuki uygulanan politikalar genel olarak sermaye kesimini, özelde bu kesimin içerisinde iktidara yakın olanlarla inşaat odaklı olanları açıkça desteklerken, emeği ucuzlatarak ve genel olarak halk kitlelerinin alım gücünü düşürerek Türkiye ekonomisinin içine sürüklendiği yapısal krizin yükünü kimin çekeceğini belirliyor.