Ekonomide yeni rota (mı?)

Özgür Orhangazi

3 Nisan 2025

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi ve ardından gözaltına alınmasının etkisiyle döviz talebinde ani ve hızlı bir artış yaşandı. Bu durum, kısa süreliğine de olsa Merkez Bankası’nın kur üzerindeki kontrolünü kaybetmesine yol açtı; TL yalnızca yarım saat içinde sert bir şekilde değer kaybetti. Ancak, Merkez Bankası’nın müdahalesiyle kontrol yeniden sağlanarak TL’nin değer kaybı sınırlı tutuldu. Sadece üç gün içinde yaklaşık 25 milyar dolarlık müdahalenin gerçekleştiği tahmin ediliyor. (1). “Rasyonel” ekonomi yönetiminin “irrasyonel” ekonomi yönetiminden devraldığı örtülü müdahale yönteminin sürdürülmesiyle kurdaki artış kontrol altına alınsa da Şimşek “programı”nın kırılganlığı gözler önüne serildi. Bu durum, “program”ın daha ne kadar sürdürülebilir olduğu konusundaki tartışmaları da artırdı. 

Yaşanan bu gelişmeler, Şimşek “programı”nın uzunca bir süre seçim olmayacağı için siyasi istikrarın sağlanacağı ve siyasetin ekonomiye karışmayacağı varsayımını da sarsmış durumda. Hem  uluslararası finansal sermayenin hem de programı destekleyen ekonomistlerin de “baz senaryo”ları bu varsayım üzerine inşa edilmişti. 

Aslına bakılırsa döviz kurunu kontrol etmek artık bir tercih değil zorunluluk olarak görülüyor. Döviz piyasalarının sığlığı, Türkiye ekonomisine ve TL’ye duyulan güvenin uçuculuğu kuru kontrol etmeyi neredeyse kaçınılmaz kılıyor. Bu tür kur şokları, Şimşek “programının” başlıca övünç kaynağı olan döviz rezervi artışını hızla tersine çevirip hem enflasyonun kontrolden çıkmasına hem de şirketlerin bu dönemde artan döviz yükümlülükleri nedeniyle ciddi zararlar yaşamasına yol açabilir. Kur üzerindeki kontrolün yarım saatliğine bile kaybedilmesinin sonuçlarının oldukça sert olabileceği görüldü. Bu hem çok kısa vadeyle ellerindeki dövizi TL’ye çevirip yüksek faiz geliri elde etmeye çalışan “carry trade”ciler hem de borsa ve tahvil yatırımcıları için endişe verici nitelikte. Kurda yaşanan hareketlenmeye ek olarak borsadaki düşüş ve tahvil piyasalarının neredeyse çökmesi de yine programın kırılganlığını görünür kılan gelişmelerdi. 

Bu gelişmelere yanıt olarak Merkez Bankası faiz üst bandını yukarıya çekti, piyasadan TL çekmeye yönelik hamleler yaptı ve TL uzlaşmalı vadeli döviz satım ihalelerini başlattı. Aslında yapılanlar “irrasyonel” olarak nitelenen dönemde yapılanlardan temel olarak çok farklı görünmezken, bu esnada Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek ile Merkez Bankası Başkanı Karahan, yabancı fon yöneticileriyle toplantılar yaparak kur konusunda güvence vermeye çalıştılar. Bu toplantılardan aktarılanlara göre ilk günlerde yaşanan döviz talebinin yüzde 60’ı yabancı yatırımcılardan, yüzde 30’u yerli şirketlerden, yüzde 10’u ise bireylerden kaynaklanıyordu (2)

Şimşek “programı”nın geleceği 17 Nisan’da yapılacak Para Piyasası Kurulu toplantısında biraz daha netleşecek. Faiz indirimlerine ara verileceğine neredeyse kesin gözüyle bakılsa da gelişmeler karşısında faizlerin yeniden yukarı çekilmesi yerine, geçmiş dönemlerde de uygulanan faiz koridoru sistemiyle işlerin kontrol altına alınmaya çalışılacağı öngörülüyor. 

Başından beri vurguladığım gibi Şimşek “programı”nın ana derdi enflasyonu düşürmekten ziyade bir yandan ülkenin döviz dengesini tesis etmeye çalışmak bir yandan da enflasyonu bahane ederek ücretleri, emekli aylıklarını baskılamak olarak belirlenmişti. Ücretlerin enflasyon bahanesiyle baskılanması daha önceki dönemde yaşanan bölüşüm şokunu sermaye lehine kalıcı hale getirirken, yüksek faizlerle çekilen dövizle de ödemeler dengesi krizi riski ertelenmekteydi. Ancak, bu tip programların başarılı olabilmesi için genellikle ilk bir ila bir buçuk sene içerisinde sonuç alınması beklenir. Daha uzun süre devam ettirilmesi maliyetli olmasının yanı sıra, dezenflasyon şansını da azaltır. Nitekim Şimşek programında da sona yaklaştığımıza dair işaretler son gelişmelerden önce de artmaktaydı (3). 

Kendilerini muhalif ilan etmelerine rağmen Şimşek “programı”nı destekleyenler de enflasyon ve faiz ilişkisi konusunda ezberlenen varsayımlara dayanıyordu. İktisat ders kitaplarında sunulan ve ancak belli şartlar ve varsayımlar altında geçerli olan faiz-enflasyon ilişkisinin hızla işleyeceğine dair inanç, yüksek faizlerin toplam talebi düşürüp fiyat artışlarını hızla yavaşlatacağına dair beklentilerle birleşmişti. Kamu harcamalarının azaltılmasını savunarak talebin daha da düşürülebileceğine ve bu sayede dezenflasyonda başarı sağlanabileceğine inanıyorlardı. Ancak, enflasyonun vadedilen şekilde düşmemesiyle, Merkez Bankası ve ekonomistler “enflasyon beklentilerinin katılığından” şikayet etmeye başlamıştı. Bu ezberlenen argüman, şirketlerin piyasa güçleri ve büyüme- kârlılık hedeflerinin fiyat belirlemede belirleyici rol oynadığını gözden kaçırıyordu. 

Yabancı yatırımcılar da yerli sermaye de, bir bütün olarak Şimşek “programı”nı desteklese de onun dezenflasyon konusunda başarılı olacağına inanmıyordu. Nitekim dış sermaye girişlerinin oldukça sınırlı ve kısa vadeli kalması da dövizden TL’ye dönenlerin uzun vadeli yatırımlar yerine oldukça kısa vadeli para piyasası fonlarına yönelmesi de bunun göstergesiydi. 

Şimdi iktidarın ekonomi yönetimi açısından önünde iki rota var. Birincisi, bu “program”da ısrarcı olmak ve 17 Nisan’da faiz indirimlerine son vermek ve hatta gelişmelere göre faizleri yükseltmek. İkincisi ise bir yandan daha önceki dönemlerde olduğu gibi karmaşık müdahalelerle durumu idare etmeye çalışıp bir yandan da ekonomiyi canlandırma hamleleri yapmak. 

Her iki rota da ciddi riskler içeriyor. Yüksek faiz, kur istikrarını ve ülkenin döviz dengesini koruyabilir ancak bunun maliyeti oldukça yüksek. Diğer yandan, şimdiye kadar biriktirilen döviz rezervleri harcanarak Nebati dönemindekilere benzer uygulamalara geri dönme ihtimali de var. Her iki rota da nihayetinde ekonominin dış kırılganlıklarını artıracak unsurlar içeriyor. 

Başka bir ifadeyle, Şimşek “programı” ekonomiyi “faiz döviz kıskacı”ndan kurtaramamıştır. Geçmiş dönemlerde olduğu gibi hem faiz hem kur aynı anda kontrol edilmeye çalışıldı. 2018 kur şokundan sonra kurlar ancak faiz sert bir biçimde yükseltilerek kontrol altına alınabilmişti. 2020-2021’de faiz indirilirken de döviz rezervleri örtülü bir biçimde satılarak kurda denge sağlanmaya çalışılmış, bunda sona gelinince de bir yandan KKM devreye sokulurken bir yandan da Merkez Bankası ödünç rezervlerle piyasaya arka kapı müdahalelerini sürdürmüştü. Nihayetinde 2023 seçimlerine gidilirken hem faizi hem kuru düşük tutma çabasının sonuna yaklaşılmış, bir ödemeler dengesi krizi riski ufukta belirmişti. 

Son gelişmeler gösterdi ki Şimşek programıyla da az gittik uz gittik ve dönüp baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz. Şunu akılda tutmak gerekir ki henüz çok sert bir yabancı çıkışı ve yerellerden çok güçlü bir döviz talebi görmedik. Uzun tatil sonrası gelişmelerin ne yönde seyredeceği bir yandan ekonomi yönetiminin devreye soktuğu tedbirlerin ne kadar işe yarayacağına bağlıyken ekonomi yönetiminin hangi rotaya yöneleceğini de bu gelişmeler belirleyecek. Her halükarda ekonomiyi kısa vadede daha yüksek enflasyon, beklenenden daha yüksek faiz, daha düşük büyüme ve daha fazla ödenemeyen borç riski bekliyor olacak. 

Notlar:

(1) https://www.dunya.com/ekonomik-veriler/tcmb-baskani-karahan-uc-gunde-25-milyar-dolar-satildi-haberi-769561

(2) https://gazeteoksijen.com/yazarlar/haluk-burumcekci/putin-ve-bascinin-kulaklari-fazla-cinlamaz-umarim-238287

(3) https://ozgurorhangazi.com/2025/01/10/simsek2025/

(4) https://iktisatvetoplum.com/faiz-doviz-kiskacinda-turkiye-ekonomisi-ozgur-orhangazi/

Önceki yazılar

Şimşek “program”nda sona doğru (mu?)

“Cari açıkta dengelenme ya da yabancının getirdiği döviz nereye gidiyor?”

“Enflasyon meselesi üzerine birkaç not -2”

“Enflasyon meselesi üzerine birkaç not -1”

“Türkiye ekonomisinin havuz problemi”

“Kamuda tasarruf”un arkasında yatan gerçek

184 milyar dolar nerede?

Sermayenin saldırısı altında emek

Şimşek “program”nın aritmetiği

Şimşek “programı”- 2

Şimşek “programı” – 1

Sermayenin iki programı

Leave a comment