
Aziz Konukman’a Armağan: Türkiye Ekonomisinin Serencamı‘na “Sermayenin iki programı: 2021-2024 dönemi üzerine gözlem ve tespitler” başlıklı bir bölümle katkıda bulundum.
Bu bölümün son kısmından:
“Yukarıdaki gözlem ve tespitler, Nebati ve Şimşek dönemlerinde uygulanan politikaların her iki dönemde de emeğin aleyhine kurulduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Şimşek’in 2023 ortasından itibaren uygulamaya koyduğu politikalar hem yurtiçi sermaye hem de uluslararası finans çevrelerinin tercihlerine işaret etmektedir. Türkiye kapitalizminin mevcut ekonomik yapısı, verimlilik düzeyi ve uluslararası sistemle entegrasyonu göz önüne alındığında, kısa vadede uygulayabileceği ekonomik çerçeve bu sınırlarla kısıtlıdır. Türkiye’nin net döviz kazanımı sağlama kapasitesi bulunmamaktadır; bu nedenle ülkeye giren döviz, çıkan dövizi karşılamaktan uzak kalmakta ve bu açık sürekli olarak dış sermayeye yüksek kâr fırsatları sunarak geçici olarak kapatılmaya çalışılmaktadır.
Bu durumu daha sade bir şekilde ifade edecek olursak, sürekli cari açık veren bir ekonominin dış yükümlülükleri, örneğin dış borçları, zamanla artmaktadır. Dış veya iç koşullarda herhangi bir olumsuz gelişme meydana geldiğinde dış sermaye finansmanı azalmakta ve döviz kuru kaçınılmaz olarak yükselmektedir. Dolayısıyla, sürekli cari açık veren bir ekonominin para birimi er ya da geç değer kaybedecektir.
AKP dönemindeki ekonomik büyüme, 2010’ların ortalarına kadar büyük ölçüde güçlü dış sermaye girişlerine dayanıyordu. Dış sermaye akışlarının yüksek olması, hem içeride kredi genişlemesi yoluyla büyümeyi desteklemiş hem de döviz kurlarını düşük tutarak enflasyonun daha makul seviyelerde kalmasını sağlamıştır. Ancak bu dönemde uygulanan ekonomik model, uzun vadeli dinamikleri ve yatırımları göz önünde bulundurmaktan ziyade, inşaat sektörünü ve borçlanmayı merkezine almıştır.
Dış sermaye girişlerine bağımlı büyüme, ekonominin hem iç hem de dış kırılganlıklarını artırmış, 2010’ların ortalarında dünya ekonomik konjonktüründeki değişiklikler nedeniyle dış sermaye girişleri yavaşlamaya başlamıştır. Bu dönemde ekonomik büyümeyi sürdürmek amacıyla kredi genişlemesi tercih edilmiştir. Örneğin, 2017’de devreye alınan Kredi Garanti Fonu, bu tercihin bir sonucuydu. Ancak kredi genişlemesiyle devam eden büyüme, cari açığın yüksek seviyelerde kalmasına ve kurlar üzerinde baskı oluşturarak TL’nin değerinin rezerv satışları yoluyla kontrol altında tutulmasına neden olmuştur.
Bu süreçte, faiz oranlarını mümkün olduğunca düşük tutma ve kuru kontrol altında tutma stratejisi, ana politika eksenini oluşturmuştur. 2018’deki döviz krizinde, bu strateji dış etkenlerin olumsuz etkileriyle ekonomiyi bir ödemeler dengesi krizinin eşiğine getirdiğinde, faizlerin yükseltilmesi yoluna gidilerek durum kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Pandemi dönemi olan 2020’de benzer bir yaklaşım benimsenmiş, önce geniş çaplı kredi genişlemesi uygulanmış, ülke ödemeler dengesi krizinin eşiğine geldiğinde ise ekonomi yönetimi değiştirilerek yüksek faiz politikasına dönülmüştür. Ancak, büyümenin yavaşlamasına tahammül edemeyen iktidar, 2021’in sonlarına doğru politika zikzaklarına son vererek faizleri enflasyonun da altına indirip büyümeyi desteklemeye çalışmış, bu süreçte geniş halk kitleleri ise yoksullaştırılmıştır. 2022’nin başından itibaren ise, sürekli değişen ve adeta bir yamalı bohçaya dönüşen politikalar gözlemlenmiştir.
Son dönemde uygulanan ekonomi politikalarını ele alırken açıkça ifade edilmeyen bir varsayım öne çıkmaktadır: Türkiye ekonomisi dış kaynak girişi olmadan büyüyemez. Bu varsayıma göre, Türkiye ekonomisi cari açık vermeden büyüyemez ve cari açığı sürdürebilmek için dış sermaye girişleri gereklidir. 1989’dan bu yana Türkiye ekonomisinin performansını incelediğimizde, dış sermaye girişlerinin yüksek olduğu yıllarda büyüme yaşandığı ve cari açık verildiği; sermaye girişlerinin tersine döndüğü dönemlerde ise büyümenin yavaşladığı, daraldığı veya cari fazla verildiği görülmektedir. Bu bağlamda, bu varsayımın yanlış olduğunu söylemek zordur. Ancak, bu varsayımı tüm ekonomik politikaların temeli olarak mı değerlendirmeliyiz, yoksa Türkiye ekonomisinin esas yapısal sorunu olarak mı ele almalıyız?
Uzun vadede döviz dengesinin mevcut uluslararası finansal sistem içerisinde sağlanıp sağlanamayacağı en temel tartışma konusu olsa da bu tür bir tartışma iktisat dünyamızda yeterince yer bulmamaktadır. Daha çok, Şimşek’in yüksek faiz ve reel olarak değerli TL politikasını savunmak ön plana çıkmakta, bu politikanın uzun vadeli riskleri ve tehlikeleri nadiren gündeme getirilmektedir.
İhracatın birim değerini artıracak, ithal girdi kullanımını azaltacak yatırımlar; yerleşiklerin yurtdışına para çıkarmasını engelleyecek veya zorlaştıracak politikalar; dış sermayeye yapılan yüksek faiz ve kâr payı ödemelerini azaltacak adımlar; yüksek gelir gruplarının ithal tüketim taleplerini kısıtlayacak önlemler gibi alternatif politikalar ise Şimşek’in programında yer almamaktadır.
Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisine entegrasyon biçimlerini sorgulayan, planlı, dengeli ve eşitlikçi bir büyüme perspektifine yönelik politikaların geliştirilmesi ve geniş destek bulması için bir süre daha bekleyecek gibi görünüyoruz. Orta ve uzun vadede dış sermaye girişlerine olan bağımlılık, yüksek ithalat oranları, sanayide düşük verimlilik, düşük teknolojili emek yoğun üretim, tarımsal üretimdeki gerileme, gelir ve varlık eşitsizliği, yoksulluk gibi sorunları ele alan bir politika çerçevesinin ortaya çıkma olasılığı şu an için ufukta görünmemektedir.
Türkiye kapitalizminin yapısal sorunlarının bedelini emeğe ödeten mevcut programlara alternatif olarak, yapısal sorunları çözmeye yönelik, emekten yana ve eşitlikçi ekonomi politikalarının tasarlanıp uygulanması mümkündür. Ancak bunun gerçekleşmesi için, bu politikaları talep eden ve destekleyen güçlü bir toplumsal ve siyasal dinamiğin varlığı gerekmektedir. Dolayısıyla, sorun sadece “rasyonalite” veya “liyakat” değil, aynı zamanda politik güç meselesidir.”
Bölümün tamamını okumak isteyenler için: “Sermayenin iki programı: 2021-2024 dönemi üzerine gözlem ve tespitler”
Kitaptaki diğer çalışmalar:


Önceki yazılar
Cari açıkta dengelenme ya da yabancının getirdiği döviz nereye gidiyor? (4 Aralık 2023)
“Enflasyon meselesi üzerine birkaç not -2” (30 Ekim 2024)
“Enflasyon meselesi üzerine birkaç not -1” (22 Ekim 2024)
“Türkiye ekonomisinin havuz problemi” (23 Mayıs 2024)
“Kamuda tasarruf”un arkasında yatan gerçek (15 Mayıs 2024)
184 milyar dolar nerede? (6 Mayıs 2024)
Sermayenin saldırısı altında emek (28 Nisan 2024)
Şimşek “program”nın aritmetiği (16 Nisan 2024)
Şimşek “programı”- 2 (28 Mart 2024)
Şimşek “programı” – 1 (19 Mart 2024)
Sermayenin iki programı (12 Mart 2024)