Enflasyon meselesi üzerine birkaç not – 2

TÜİK enflasyonu

Özgür Orhangazi

Parasal iktisadın öncülerinden M. Friedman’ın “enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgudur” sözü iktisatçılar tarafından sıklıkla tekrar edilir. Pek tekrar edilmeyen şey ise 1963’te Anna J. Schwartz ile birlikte kaleme aldığı A Monetary History of the United States 1867-1960 başlıklı kitapta ortaya atılan bu iddiayı Friedman’ın daha sonraları birkaç defa revize etmiş olmasıdır. Örneğin, 1992’de yazdığı Money Mischief: Episodes of Monetary History’de para arzı ile enflasyon arasındaki ilişkinin farklı bağlamlarda değişik şekiller alabileceğini öne sürmüştür. Japonya’nın 1990’larda içine yuvarlandığı deflasyon sürecinde ise bugün “miktarsal genişleme” olarak bildiğimiz politikaları önermekten çekinmemişti. Nihayet 2003’te Financial Times’a verdiği bir mülakatta ise para miktarının önemini kaybettiğini düşündüğünü dile getirmişti. 

Friedman’ın sıkı bir takipçisi olan ve uzun süre ABD Merkez Bankası Fed’i yöneten Alan Greenspan ise anılarını yazdığı The Age of Turbulence: Adventures in a New World’de 1990’larda ve 2000’lerde ABD ekonomisinin hızla büyüdüğü ve işsizliğin ciddi bir biçimde düştüğü bir ortamda  enflasyonun artmamasının sebeplerini sorgulamıştı. O dönemki standart teorilere göre işsizlik oranının düşmesi, işçilerin pazarlık gücünü artırarak ücret artışları elde etmelerine yol açacak, firmaların ise bu ücret artışlarını fiyatlarına yansıtması genel enflasyon seviyesinde bir yükselişe sebep olacaktı. Greenspan, işsizlikteki düşüşe rağmen enflasyonda kayda değer bir artış olmamasını ücretlerin artmamasına; ücretlerin artmamasını ise küreselleşme, teknolojik ilerlemeler ve uygulanan ekonomi politikaları karşısında iş güvencelerini iyiden iyiye yitiren çalışanların travmatize olmasına ve ücret artışı talep edemez hale gelmesine bağlıyordu. 

Aslına bakılırsa enflasyon meselesinde iki temel soru bulunmakta: Birincisi, enflasyondaki yükselişi en başta neyin tetiklediği sorusu. İkincisi ise, bir kez enflasyonda yükseliş başladıktan sonra yüksek enflasyonun neden ve nasıl kalıcılaştığı sorusu. Birinci soruyu yanıtlamak görece daha kolay. Örneğin, üretim maliyetlerinde hızlı bir artış ya da toplam talepte verili üretim kapasitesinin kısa vadede karşılayabileceğinden yüksek, hızlı bir artış enflasyonda, yani genel fiyatlar seviyesinde, bir artışa yol açabilir. 

Ancak fiyat artışları bir kez başladığında enflasyon artık toplumdaki farklı gruplar ve sınıflar arasında bir paylaşım mücadelesine döner. Sabit gelirlilerin yükselen fiyatlar karşısında satın alma güçleri düşmeye başlarken, fiyat belirleme gücüne sahip firmalar fiyatlarını yükselterek toplam gelirden daha fazla pay almayı başarabilirler. Çalışanların kendi satın alma güçlerini koruyabilmeleri, en az enflasyon kadar bir ücret artışını elde edebilecekleri güç ve örgütlülüğe sahip olup olmadıklarına bağlıdır. Eğer çalışanlar böylesi bir güce sahipse ücretlerini yükseltebilir, ancak mesele burada sona ermez. Çalışanlar ücretlerini senede bir veya en fazla iki defa yükseltebilirken firmalar fiyatlarını diledikleri gibi değiştirebilirler. Böylelikle enflasyon, hızla, kârlar ve ücretler arasında bir bölüşüm kavgasına dönüşebilir. Greenspan de aslında, ABD’de 1970’lerde bu tarz bir enflasyon ortaya çıktığı halde 1990’larda niye çıkmadı sorusunu yanıtlamaya çalışırken çalışanların düşük işsizliğe rağmen pazarlık güçlerini ciddi bir biçimde yitirmiş olmalarına vurgu yapıyordu. 

Türkiye’de enflasyonun 2021’den itibaren hızla yükselişe geçmesinin temel sebebi yaşanan kur şokunun maliyetleri hızla yükseltmesi ve içinde bulundukları piyasalarda fiyatlama gücüne sahip olan firmaların da bu maliyet artışlarını hızlı bir biçimde fiyatlarına yansıtmalarıydı. Dışa açık ve yüksek oranda ithal girdi kullanan bir ekonomide, maliyet esaslı fiyatlama (markup pricing) yapan şirketler, kur artışını kullandıkları ithal girdi oranına ve markup oranına bağlı olarak hızlı ve doğrudan bir biçimde fiyatlarına yansıtır. Markup oranları sabit kalsa bile, bu durum hem fiyatların hem de kârların artmasına neden olur. (1)

Fiyat artışları, çalışanların alım gücünü düşürürken, bu kayıp neredeyse doğrudan şirketlere kâr olarak geçer. Başka bir deyişle, reel ücretler düşerken kârlar yükselir. Ücret artışları genellikle enflasyonun gerisinde kaldığı için, çalışanlara geçmiş enflasyon oranında zam yapılsa bile, arada kaybedilen alım gücü geri kazanılamaz. Üstelik, enflasyonun yüksek seyretmeye devam etmesi durumunda, yapılan ücret artışları reel olarak hızla erir.

Son dönemde sosyal medyada Türkiye’de üretilen ve hem yurtiçinde hem de yurtdışında satışa sunulan bazı ürünlerin Avrupa’daki fiyatlarının daha düşük olduğunu gösteren paylaşımlar yer aldı. Tabii ki bu tür anekdotlarla herhangi kesin bir sonuca ulaşılamaz. Ancak bu olgunun firmaların yurtiçinde oldukça yüksek bir fiyatlama gücüne sahip olduklarını; ancak Avrupa’da daha rekabetçi bir ortama girdiklerinde bu fiyatlama gücüne sahip olmadıklarından ürünlerini daha düşük fiyatlarla ihraç ettiklerini gösteriyor. Başka bir deyişle, Türkiye’deki yüksek fiyatların en azından bir kısmının rahatlıkla aşağıya çekilebileceğini ancak firmaların fiyatlama gücü yüksek olduğu için çekilmediğini söylemek mümkün.  

Şimşek politikalarına destek veren iktisatçıların bir kısmı açıktan ücret artışlarının sınırlandırılmasının gerekli olduğunu savunurken bir kısmı da (geniş kesimler halihazırda bu kadar yoksullaştırılmışken  daha fazla yoksullaştırıcı politikaları savunmaya utandıkları için olsa gerek) enflasyonla mücadelenin tüm maliyeti çalışanlara yüklenmemeli dese de firmaların geçtiğimiz dönemlerde elde ettikleri yüksek kârları sorun etmiyorlar. 

Enflasyonun arkasında toplam talebin yüksek seyretmesinin olduğu, yüksek faizler ve kamu harcamalarının kısılması ile üretim ve tüketim yavaşlatılıp işsizlik artırılarak bu sorunun çözülebileceği, iktisatçılar arasında geniş kabul görüyor. Bu argümandaki en temel sorunlardan bir tanesi, toplam talebin yüksek olduğunu kabul etsek bile, 2021’den bu yana, hem de reel faiz oranları negatif ve kur kontrol altında olduğu halde, toplam üretimin neden bu yüksek talebi karşılayacak kadar artmadığını açıklayamıyor olması. Dahası bu dönemde kapasite kullanım oranlarına baktığımızda dahi tarihsel ortalamanın pek üzerine çıkılmadığını görüyoruz. 

Şimşek’in son bir senesinde kurun stabil olması ve reel ücretlerin düşük kalmasıyla maliyetlerde herhangi bir artış yokken enflasyonun halen yüksek seyretmeye devam etmesi, esas sorunun firmaların fiyatlama gücünün kontrol altına alınamaması olduğunu gösteriyor. Yani, kur ve maliyet artışıyla tetiklenen enflasyon nihayetinde bir bölüşüm meselesi haline gelmiş durumda ve güçlü olan taraf kendi payından herhangi bir fedakârlıkta bulunmaya yanaşmamakta. 

Sebebi her ne olursa olsun genel fiyat seviyesi yükselmeye başladığında firmalar kârlarını, çalışanlar ise ücretlerini korumak için bir mücadele içerisine girerken devlet de vergi ve harcama politikalarını hangi sınıfın yararına kullandığına bağlı olarak bu mücadelede taraf olur. Devletin açık bir biçimde sermayeden yana taraf olduğu durumda enflasyon, işçilerin gücü tamamen kırılıp reel ücretlerinde, yani satın alma güçlerinde kalıcı bir düşüşü kabul ettiklerinde aşağıya gelmeye başlayabilir. 

Türkiye’de genel ücret seviyesi de geniş kitlelerin alım gücü de halihazırda hayli düşürülmüş durumda. Şimşek’in dezenflasyon programı ise çalışanlara 2025’te sadece beklenen enflasyon kadar ücret artışı yapılmasını savunarak bir anlamda “reel gelirlerinizde yaşanan düşüşün kalıcı olmasını kabul edin, bu enflasyon meselesi sulh içerisinde çözülsün” demeye getiriyor. 

Not:

(1) Bkz. Lavoie, M. 2023. “Some controversies in the causes of the post-pandemic inflation” https://medium.com/@monetarypolicyinstitute/some-controversies-in-the-causes-of-the-post-pandemic-inflation-1480a7a08eb7

Önceki yazılar

“Enflasyon meselesi üzerine birkaç not -1” (22 Ekim 2024)

“Türkiye ekonomisinin havuz problemi” (23 Mayıs 2024)

“Kamuda tasarruf”un arkasında yatan gerçek (15 Mayıs 2024) 

184 milyar dolar nerede? (6 Mayıs 2024)

Sermayenin saldırısı altında emek (28 Nisan 2024)

Şimşek “program”nın aritmetiği (16 Nisan 2024)

Şimşek “programı”- 2 (28 Mart 2024)

Şimşek “programı” – 1 (19 Mart 2024)

Sermayenin iki programı  (12 Mart 2024)