Birikim, rant ve tekno-faşizm

Özgür Orhangazi

18 Ekim 2025

Tekno-feodalizm benzeri tezleri savunan yazarlar, dijital platformları kontrol eden teknoloji oligarklarının veriler üzerinden kurdukları denetim sayesinde büyük rantlar elde ettiklerini ve bu yolla yeni bir egemen sınıf olarak ortaya çıktıklarını tespit ettikten sonra bunun feodalizm benzeri yeni bir iktisadi yapının oluşmasına yol açtığını iddia ediyorlar. Günümüzdeki rant biçimlerini doğrudan feodalizmle özdeşleştirme yönündeki bu eğilim, kapitalizmin kendi içindeki rant olgusuna dair bir kavrayış eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Önceki yazılarda vurguladığım gibi, küresel ekonominin temelde hâlâ kapitalist bir yapıya sahip olduğunu inkâr etmek mümkün değil. Tekno-feodalizm kavramı ise, giderek dijitalleşen kapitalist ekonominin dinamiklerini çözümlemek açısından muğlak ve analitik olarak yetersiz bir çerçeve sunmaktadır. Dahası, bu yaklaşım kapitalist birikim dinamiklerinin günümüzdeki içsel çelişkilerini açığa çıkarmak yerine, rekabetçi bir kapitalizmi feodal eğilimlere kıyasla daha “ilerici” bir seçenek olarak sunmakta; böylece dolaylı biçimde daha liberal, rekabetçi ve “ılımlı” bir kapitalizme duyulan inancı yeniden üretmektedir. 

Büyük teknoloji şirketleri, kârlarını artırmak için bir yandan yeni meta biçimleri üretirken, diğer yandan da veri merkezleri, bulut altyapıları ve yapay zeka gibi çeşitli alanlarda birbirleriyle kıyasıya bir (tekelci) rekabet içerisinde büyük ölçekli yatırımlarını sürdürmekte. Bu dinamik rekabet, feodalizmin durağan toplumsal yapısıyla herhangi biçimde örtüşmüyor. Dolayısıyla, Evgeny Morozov’un yerinde tespitiyle, tekno-feodalizm yaklaşımı daha ziyade “tembel rantiyerlere” yönelmiş ahlaki bir eleştiriye dönüşmekte, politik ekonomi analizinin sınırları dışına düşmektedir. Teorik olarak yapılması gerekense dijital ekonominin ve teknolojik dönüşümlerin ortaya çıkardığı yeni yapının iç dinamiklerini çözümlemektir. Ne yazık ki tekno- ya da neo-feodalizm kavramları bu çözümleme çabasına katkı sunmak yerine meseleyi bulanıklaştırmaktadır. 

Elbette kapitalist sistemin sürmekte olduğunu söylemek yeterli değildir. Finansallaşmanın ardından teknoloji tekellerinin rant yaratma ve el koyma kapasitelerinin artması, kapitalist sistemde rantın ağırlığını ve belirleyiciliğini ciddi bir biçimde artırmıştır. Bu noktada, üç temel tespit ve tartışma başlığı sunmak mümkün. 

Birincisi, kapitalist birikim halen artı-değer üretiminin merkezi olsa da üretilen değerin önemli bir kısmı artık dijital platform sahipleri tarafından el konulan bir kaynak haline gelmiştir. Böylece teknoloji oligarklarının serveti büyürken, ekonominin bir durgunluk sarmalına girme eğilimi artmaktadır. Ödedikleri rant giderek artan şirketler ve kullanıcılar gelir kaybı yaşarken, bu sürecin en ağır yükü çalışanların üzerine düşmektedir. Zaten neoliberal saldırının yol açtığı sosyal harcama kesintileri, reel ücret kayıpları ve güvenceli işlerin ortadan kalkması çalışanların konumunu büyük ölçüde zayıflatmıştı. Şirketlerin kârlılıklarındaki düşüşü telafi etme çabası, sömürünün derinleşmesi, ücretlerin bastırılması ve çalışma koşullarının giderek daha da güvencesizleştirilmesi üzerine kuruludur. Rantın baskın hale gelmesi, bu tabloyu daha da ağırlaştırıp çalışanların alım gücünü aşındırmakta; nihayetinde toplam talebi zayıflatarak ekonomiyi kronik bir durgunluğa doğru itelemektedir.  

İkincisi, bu yönelim istikrarlı bir ekonomik, toplumsal ve siyasal düzenin önkoşullarını da giderek ortadan kaldırmaktadır. Sonsuz birikim mantığı üzerine kurulu bir sistem olan kapitalizm, birikim tıkandıkça daha fazla yağma ve talana yönelme eğilimi taşır. Bu da ortak varlıkların (müştereklerin) sürekli ve daha kapsamlı biçimde gasp edilmesi anlamına gelir. Dolayısıyla, sürekli büyüme ve yüksek istihdama dayanan istikrarlı bir ekonomiden ziyade, ekonomik, siyasal ve toplumsal istikrarsızlık eğiliminin güçlenmesi beklenmelidir. Bu gidişatın kaçınılmaz sonucu, emeğin, doğanın ve toplumun sistematik biçimde tahribi ve siyasal ve her alanda zor aygıtlarının güçlenmesi olacaktır. 

Üçüncüsü, tekno-feodalizm ve onunla bağlantılı “gözetim kapitalizmi” tartışmalarının önemli bir noktayı isabetle yakaladığını görmek gerekir. Gözetim ve davranışsal yönlendirme teknolojileriyle güç kazanan kapitalizm, yaşamın tüm alanlarını sermayenin denetimi altına sokmaktadır. Yapay zeka ve algoritmaların sermaye lehine aldığı kararlarda insanlar giderek edilgen uygulayıcılara dönüşmektedir. Teknoloji şirketlerinin kurduğu gözetim, planlama ve davranış yönlendirme mekanizmalarının ölçeği her geçen gün genişlemektedir. Öte yandan, dijital teknolojiler, ucuz ya da ücretsiz bilgi ve içerik akışı sağlarken, bu erişilebilirlik aynı zamanda komplo teorilerinin, nefret söyleminin ve yanlış bilginin yaygınlaşmasına zemin hazırlamaktadır. Japon felsefeci Kohei Saito’nun vurguladığı gibi, ufukta beliren karanlık gelecek, teknokrat mühendisler eliyle yukarıdan aşağıya bilimsel yönetim anlayışına dayanan otoriter bir rejim biçimi—ya da “tekno-faşizm”—olarak şekillenmektedir. Siyasal, toplumsal ve ekolojik istikrarsızlık koşullarında tekelleri pekiştirmek ve toplumsal düzeni sürdürmek için otoriter yönetim biçimlerinin yükselişi şaşırtıcı değildir. Bu süreçte kapitalizm, ortak varlıkların tekelleştirilmesi ve gaspı üzerine kurulu hiyerarşik bir düzen ortaya çıkarıyor. Düzeni korumak için otoriterliğe artan bağımlılık, bir anlamda kapitalizmin yapısal kırılganlıklarının da göstergesidir. Bu kırılganlıkların nasıl evrileceği ve sistem karşıtı hareketlerin nasıl şekilleneceği ise belirsizliğini korumaktadır. 

Leave a comment