Özgür Orhangazi
11 Ekim 2025
Tekno-feodalizm yaklaşımının son dönemde en çok yankı bulan iki dayanağı, büyük teknoloji şirketlerinin devletler kadar güçlendiği ve devasa veri kaynaklarını kontrol ettiği iddiasıdır. Bugün kullandığımız hemen her dijital uygulama, kişisel verilerimizi toplamakta, bu veriler algoritmalar aracılığıyla analiz edilip ürün geliştirme, reklam hedefleme ya da kullanıcı davranışlarını yönlendirme gibi amaçlarla kullanılmakta ya da satılmaktadır. Bu geniş çaplı veri toplama faaliyeti gerçekten çarpıcı boyutlara ulaşmış durumda. Öyle ki karşımıza çıkan kişiselleştirilmiş reklam ve önerilerin isabet oranı kimi zaman tüyler ürpertici bir nitelik taşıyor. Her türlü verinin bu biçimde toplanması, işlenmesi ve ticarileştirilmesi yalnızca bir ekonomik faaliyet değil, aynı zamanda bir güç/iktidar ilişkisi de üretiyor. Shoshana Zuboff gibi yazarların “gözetim kapitalizmi” olarak adlandırdığı bu süreçte, bir yandan davranışlar ölçülürken bir yandan da toplanan veriler ekonomik değer yaratma süreçlerinin bir girdisi haline geliyor. Bu verilerin önemli bir kısmı kullanıcılar tarafından karşılıksız bir biçimde ve hatta farkında olmadan üretiliyor ve büyük teknoloji platformları başta olmak üzere şirketler tarafından toplanıp biriktiriliyor.
Toplanan veriler, kapitalist üretim sürecine dahil edilmiş yeni bir meta ve/veya sermaye olarak karşımıza çıkmakta. Bu anlamda veri, feodal bir rant alanı ya da kapitalizm-ötesi bir güç olmaktansa, metalaştırma ve sömürü ilişkilerini yeni alanlara taşıyan bir araç olarak işlev görüyor. Örneğin dijital platformlar, kullanıcıların verilerini toplayıp bu veriler üzerinden davranış kalıplarını öngörmeye çalışarak ve fiyatlama, hedefleme ve gözetim mekanizmaları kurarak yeni türden değer yaratma ya da değere el koyma biçimleri yaratıyorlar. Dolayısıyla, kapitalizmin ötesine geçen bir düzenden ziyade kapitalist birikimin genişleyen sınırlarından bahsetmek daha anlamlı olacaktır. Dijital emek ve maddi olmayan üretim biçimleri giderek sermayeye içkin hale gelmiş durumda. Büyük teknoloji şirketlerinin piyasa değerlerinin büyük kısmı, maddi varlıklardan ziyade bu veri birikimlerine dayanmaktadır.
Platformların devletler kadar güçlendiği yönündeki iddia ise tarihsel kıyaslamadan yoksundur. Kapitalizm tarihinde büyük tekellerin, örneğin Standard Oil ya da General Motors’un, ulus-devlet politikalarını doğrudan etkileyecek ölçüde güç kazandığı dönemler çoktur. Devlet, çoğu zaman bu tekellerin gücünü sınırlamak yerine onların birikim stratejilerini kolaylaştıran bir rol üstlenmiştir. 1950’lerde General Motors’un o zamanki genel müdürü Wilson’a atfedilen “What’s good for General Motors is good for America” (General Motors’a yarayan şey Amerika’ya da yarar) sözü 1990’larla birlikte finansallaşmanın hızlanmasıyla “What’s good for Goldman Sachs is good for America” (Goldman Sachs’a yarayan şey Amerika’ya da yarar) halini alacaktı. Bu ikinci gönderme, ABD’nin en büyük yatırım bankalarından Goldman Sachs’ın ve daha geniş anlamda finans kapitalin ekonomi politikalarına yön verme gücünü vurgulamak için 2008 krizinden sonra sıklıkla kullanılmıştır. Bu ilişki, sermaye birikiminin kurumsal biçimlerinin nasıl değiştiğini, ama özünün -yani devletin büyük sermayeyi desteklemekte ve yeniden üretmedeki rolünün- değişmediğini gösterir. Bu bağlamda, Google ve Microsoft gibi şirketlerin Pentagon’un “savunma” projelerindeki kritik rollerini de göz ardı etmemek gerekir.
Belki bu ifade bugünlerde “Google’a yarayan Amerika’ya da yarar” şeklinde güncellenebilir. Zira bugün de durum çok farklı değildir. ABD ve Çin arasındaki rekabet, büyük ölçüde iki ülkenin teknoloji tekelleri arasındaki rekabet olarak karşımıza çıkıyor. Washington Google, Amazon, Microsoft gibi şirketlerin; Pekin ise Tencent, Huawei ve Alibaba’nın küresel yayılımını desteklerken devlet-sermaye ilişkisi karşıtlık değil, karşılıklı bağımlılık üzerinden işliyor. Öte yandan, ABD-Çin rekabetinde, çip üretimi ve yapay zekâ teknolojileri etrafında yaşanan gerilimler ve ambargolar da kapitalizmin uluslararasılaşmasının devlet eliyle nasıl yönlendirildiğini açık biçimde göstermektedir. Bu tabloyu anlamak için neo-feodalizm gibi metaforik kavramlara başvurmaktan ziyade tekelci kapitalizm tartışmalarını güncellemek gerekir. Büyük bilgi ve teknoloji şirketlerinin tekel güçlerini ve bunun sonuçlarını bu çerçevede analiz etmek daha verimli olacaktır. Dijital platformlar, üretim yoluyla değer yaratma ve bu değere el koyma biçimleri üzerinde çok önemli etkilere sahiptir ve bunların ayrıntılı bir biçimde incelenmesinde fayda vardır.
Siyasi açıdan ise mesele daha sorunlu. Örneğin, daha liberal çevreler, bugünkü teknoloji tekellerini ideal kapitalizmden bir sapma olarak görüp çözümü idealize edilmiş rekabetçi bir kapitalizme dönüşte ararken, kapitalizmin tarihsel olarak eşitsizlik, sömürü ve zor üzerine kurulu bir sistem olduğu gerçeğini ise görmezden geliyor. Genellikle “finansal istikrarsızlık hipotezi” ile tanınan ABD’li iktisatçı Minsky’nin bir yerde esprili bir biçimde yazdığı gibi “kapitalizmin elli yedi çeşidi” vardır; sistemin doğası tarihsel bağlama göre biçim değiştirir ama ana özellikleri pek değişmez. Kapitalizm, her zaman belli biçimlerde zor, el koyma ve dışlama mekanizmalarına dayanmıştır. Merkez-çevre ilişkileri, sömürgecilik, ırkçılık, patriyarka ve devlet şiddeti her zaman bu birikim sisteminin parçası olmuştur. Tekno-feodalizm yaklaşımları ise bu gerçeği büyük oranda göz ardı ediyor.
Kısacası, bugün dijital tekellerin yarattığı önemli dönüşümler, kapitalizmin sona erdiğini değil, daha yoğun bir tekelci-rantiye kapitalizme evrildiğini gösteriyor. Sosyal bilimlerde yeni kavramlar hep cazip olmuştur. Ancak iktisadi ve politik yönelimleri doğru okumak istiyorsak, değişenin içinde değişmeyeni de görmek gerekir. Bu da ancak bu süreklilikler üzerine inşa edilecek bir dönüşüm perspektifiyle anlam kazanabilir. Kapitalizmin temel yasaları -değer üretimi, rekabetin tekelleşmeye dönüşmesi, devlet-sermaye ittifakı ve rantın yayılması vb.- bugün de işlemeye devam etmektedir. Asıl mesele, bu süreçlerin nasıl dönüştüğünü ve bu yeni evreye karşı hangi politik yanıtların ortaya çıktığını tartışmaktır. Tekno-feodalizm tartışması, kapitalizmin evrimini kavramak açısından önemli sorular sorsa da yanıtları yanlış yerlerde arıyor.