Özgür Orhangazi
27 Eylül 2025
1980’lerle birlikte dünya kapitalizmi yeni bir evreye girdi. Bu yeni evreyi tanımlamak için en çok kullanılan kavramlar, önce neoliberalizm sonrasında ise finansallaşma oldu. Fakat bu kavramlar zamanla o kadar farklı bağlamlarda ve farklı anlamlarda kullanılmaya başladı ki, açıklayıcı güçlerini giderek yitirip neredeyse her şeyi kapsayan şemsiye terimlere dönüştüler. Daha yakın zamanlarda ise otoriter kapitalizm ya da ahbap-çavuş kapitalizmi gibi terimler, belirli ülke deneyimlerini betimlemeye yönelirken; ekolojik yıkımın büyüklüğü karbon kapitalizmi ya da fosil kapitalizmi gibi kavramların ortaya çıkıp yaygınlaşmasına yol açtı. Öte yandan, bilgi teknolojilerindeki hızlı gelişim ve internetin ve dijital dünyanın günlük yaşamın her alanına nüfuz etmesiyle bilgi toplumu, bilişsel kapitalizm, dijital kapitalizm, iletişimsel kapitalizm, platform kapitalizmi ya da gözetim kapitalizmi gibi yeni kavramsallaştırmalar gündeme girdi.
Son yıllarda bu tartışmalarda öne çıkan yeni bir kavram ise “tekno-feodalizm” ya da “neo-feodalizm” oldu. Syriza hükümetinde maliye bakanlığı yaparken dünyaca üne kavuşan Yanis Varoufakis’in bu kavramı merkeze alan kitabı, tartışmayı daha geniş çevrelere taşırken, kavramın popülerleşmesinde de etkili oldu. Önde gelen Fransız Marksist iktisatçılardan Cedric Durand’ın yine başlığında tekno-feodalizm kavramını taşıyan eseriyle, ABD’li Jodi Dean’ın bu sene yayınlanan ve neo-feodalizm kavramsallaştırmasını öne çıkaran çalışması bu tartışmaları derinleştirdi ve genişletti. Tartışma sadece Marxgil gelenekten gelen iktisatçılarla sınırlı değil. ABD’de bazı liberal düşünürler de içinde bulunduğumuz dönemin feodal özelliklerinin artık kapitalist özelliklerine ağır bastığı ve dünyanın yeni bir ekonomik düzene doğru evrildiği iddiası üzerine kurulu benzer kavramsallaştırmaları kullanmaya başladı.
Genel olarak tekno-feodalizm yaklaşımı olarak adlandıracağım bu yaklaşımın yaygınlaşmasının arkasında, Amazon, Google, Apple, Meta gibi devasa dijital platformların piyasa ilişkilerinin ötesine geçen ayrıcalıklı ve tekelci konumları bulunuyor. Bu yaklaşıma göre, bu şirketler, kendi alanlarında fiyatı, erişimi ve kuralları belirleyen birer “lord” gibi hareket ediyor; kullanıcıların, küçük üreticilerin ve hatta devletlerin davranışlarını yönlendiren asimetrik bir güç ilişkisi kuruyorlar. Dolayısıyla, tekno-feodalizm tartışması, dijital çağda kapitalist piyasa rekabetinin ötesinde, feodal ayrıcalıklara benzeyen bir bağımlılık ve tahakküm biçiminin geliştiği iddiasına dayanıyor.
Buna göre dijital platformlar, kapitalizmin klasik kâr, rekabet ve sermaye birikimi mantığından koparak, rant, tekelcilik ve siyasal kontrol üzerine kurulu yeni bir düzene doğru evrilmesine yol açmaktadır. Kapitalizmin hareket yasaları giderek tanınmaz hale gelmekte ve rekabet ve kâr maksimizasyonu, artı-değerin yeniden yatırımı ve üretici güçlerin kesintisiz gelişimi gibi kapitalizmin temel dinamikleri yerini rant arayışı, kaynakların yağmalanması ve dijital platformların kurduğu siyasal-ekonomik denetime bırakmaktadır. Bu yaklaşımda kritik önemde olan şey, kapitalizm ile feodalizmin artı-değere el koyma biçimleri arasındaki farklılıktır. Kapitalizmin temelinde, üretim sürecinde yaratılan artı-değere ekonomik mekanizmalar yoluyla el konulması bulunurken; rant ve doğrudan el koyma ikincil unsurlar olarak görülür. Feodalizmde ise bu süreç doğrudan siyasal ve askeri güce dayanmaktaydı. Tekno-feodalizm yaklaşımı, günümüzde dijital platformların bu iki mekanizmayı -ekonomik araçlar ve siyasal/teknolojik güç- iç içe geçirerek kullandığını savunuyor ve üretimden elde edilen gelirin artan oranda fikri mülkiyet hakları, dijital platformların denetimi ve veri sahipliğinden doğan rantlarla ikame edildiğini ileri sürüyor. Büyük teknoloji şirketleri üretimden ziyade bu rant mekanizmalarına odaklanmakta ve ekonominin bütününü bu ilişkiler üzerinden kontrol etmektedir.
Dolayısıyla, bu yazarlar artık kapitalizmden değil ayrıcalık ve bağımlılığa dayalı yeni bir toplumsal formasyondan söz etmek gerektiğini öne sürer. Kâr, verimlilik ve rekabet avantajının artık birikim stratejilerini belirlemediği; bunun yerine rant, yıkım ve zorlamanın hâkim olduğu bir neo-feodal toplumsal oluşum ortaya çıkmaktadır. Büyük teknoloji şirketleri, veri, algoritma ve ağ etkileri üzerinden yalnızca piyasayı değil, bizzat erişimi kontrol ederek kullanıcıların davranışlarını şekillendirmektedir. Kullanıcılar ve küçük işletmeler bu platformları kullanmak zorunda kalmakta, her bir platform ise kendi dijital derebeyliği gibi davranmaktadır. Bu düzende teknoloji şirketleri gelirlerini üretimden elde edilen kârdan değil, platformlara erişimden kesilen paylardan, yani tekelci rantlardan sağlamaktadır. Böylece toplumsal ilişkiler de feodal dönemi çağrıştıran lord-serf benzetmeleriyle tarif edilmektedir: Feodal lordlar platformları ve veri akışını denetleyen şirketler iken, serfler bu platformları şu ya da bu biçimde kullanmak zorunda kalan ve ürettikleri veri ile rant akışını besleyen geniş kitlelerdir. Yapay zekâ ile hızlanan bu süreçte gözetim mekanizmaları yoğunlaşırken, üretken yatırımların yerini giderek tekelci rantlar almaktadır. Tekno-feodalizm yaklaşımı, açıkça ifade etmese de, klasik anlamda bir işçi sınıfının da ortadan kalktığı varsayımına dayanır.
Peki gerçekten bildiğimiz kapitalizmin sonuna geldik ve yeni bir toplumsal formasyona mı geçiyoruz? Yoksa öldüğü ilan edilen şey, aslında hiç yaşamamış olan idealize edilmiş bir kapitalizm mi? Önümüzdeki haftalarda tartışacağım.