Alternatif ekonomi politikaları neden tartışılmıyor?

Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarını tespit eden ve alternatif bir politika çerçevesini tartışmaya açan pek yok. Bunda yukarıda bahsettiğim neoliberal makroekonomi çerçevesinin bilimsel bir doğru olarak kabul edilmesinin payı oldukça büyük. Ancak, daha önce de belirttiğim gibi bu politika çerçevesinin çoktan sonuna geldik. Dünya ekonomisi büyük değişimlerin eşiğinde. Böyle geçiş dönemleri, aynı zamanda eski ezberlerin yıkıldığı, fırsatların ve risklerin arttığı dönemlerdir. Böylesi dönemlerde alternatif ekonomi politikalarının tartışılmasının önemi de artıyor. Önümüzdeki yazılarda bu konuyu tartışmaya açmaya çalışacağım. 

Reel sektörün döviz açığı

Şimşek “programı” mevduat dolarizasyonunu aşağı çekmekle övünedursun borç dolarizasyonunu hızlandırmış. Borç dolarizasyonu, mevduat dolarizasyonundan daha tehlikelidir. Kur dalgalanmaları ya da ihracat gibi döviz kazandırıcı faaliyetlerde beklenmedik bir daralma, şirketlerde bilanço uyumsuzluğuna yol açabileceği gibi bu döviz cinsi kredileri sağlayan bankaları da zor durumda bırakabilir. Dolayısıyla hem reel sektörün hem bankacılık sektörünün risklerini ve döviz kuru şokları karşısında kırılganlığını artırır. Ülkeye döviz çekmek amacıyla uygulanan yüksek faiz politikası, çok kısa vadeli spekülatif sermaye girişlerine yol açsa da dış sermaye girişleri yetersiz kaldı, enflasyonda hedeflenen düşüş elde edilemedi ve faiz oranları da 19 Mart sonrası yeniden yükseltilmek zorunda kalındı. Bu veriler, Şimşek “programı”nın sadece enflasyonu düşürmekte başarısız olmakla kalmayıp aynı zamanda ekonomideki kırılganlıkları artırdığını da gösteriyor. 

Faiz artışı işe yarayacak mı? 

Bu faiz kararı özellikle yurtiçi yerleşiklerden gelen döviz talebini bir süre kısabilse bile ekonomik durgunluk yayılacak, ödenemeyen krediler, iflaslar ve işsizlik artacak. Bunca maliyete karşı enflasyonda kayda değer bir düşüş beklemek için de ortada bir neden görünmüyor.

Ekonomide yeni rota (mı?)

Son gelişmeler gösterdi ki Şimşek programıyla da az gittik uz gittik ve dönüp baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz. Şunu akılda tutmak gerekir ki henüz çok sert bir yabancı çıkışı ve yerellerden çok güçlü bir döviz talebi görmedik. Uzun tatil sonrası gelişmelerin ne yönde seyredeceği bir yandan ekonomi yönetiminin devreye soktuğu tedbirlerin ne kadar işe yarayacağına bağlıyken ekonomi yönetiminin hangi rotaya yöneleceğini de bu gelişmeler belirleyecek. Her halükarda ekonomiyi kısa vadede daha yüksek enflasyon, beklenenden daha yüksek faiz, daha düşük büyüme ve daha fazla ödenemeyen borç riski bekliyor olacak. 

“Rasyonel” politikalar sermaye kaçışını hızlandırıyor mu?

Türkiye ekonomisi finansal olarak da dünya ekonomisiyle tam entegre olmuş durumda. Bu da ülkedeki zengin ve varlıklı kesimlerin ellerindeki sermayenin bir kısmını kolaylıkla yurtdışı yatırımları için kullanmaları sonucunu veriyor. Son dönemde özellikle yurtdışı borsalara ve kripto varlıklara yatırımın kolaylaşmasının da bunda etkisi olduğu düşünülebilir. 2000 sonrası döneme bir bütün olarak baktığımız zaman her 100 dolarlık dış sermaye girişine karşı yurtiçinde yerleşiklerin ortalama 26 doları yurtdışına çıkardığını görüyoruz. 2014-2024 arasında ise ülkeye giren her 100 dolarlık dış sermaye yatırımına karşılık ortalama 44 dolarlık bir çıkış var. 

Prof. Dr. Aziz Konukman’a Armağan: Türkiye Ekonomisinin Serencamı

Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisine entegrasyon biçimlerini sorgulayan, planlı, dengeli ve eşitlikçi bir büyüme perspektifine yönelik politikaların geliştirilmesi ve geniş destek bulması için bir süre daha bekleyecek gibi görünüyoruz. Orta ve uzun vadede dış sermaye girişlerine olan bağımlılık, yüksek ithalat oranları, sanayide düşük verimlilik, düşük teknolojili emek yoğun üretim, tarımsal üretimdeki gerileme, gelir ve varlık eşitsizliği, yoksulluk gibi sorunları ele alan bir politika çerçevesinin ortaya çıkma olasılığı şu an için ufukta görünmemektedir. Türkiye kapitalizminin yapısal sorunlarının bedelini emeğe ödeten mevcut programlara alternatif olarak, yapısal sorunları çözmeye yönelik, emekten yana ve eşitlikçi ekonomi politikalarının tasarlanıp uygulanması mümkündür. Ancak bunun gerçekleşmesi için, bu politikaları talep eden ve destekleyen güçlü bir toplumsal ve siyasal dinamiğin varlığı gerekmektedir. Dolayısıyla, sorun sadece “rasyonalite” veya “liyakat” değil, aynı zamanda politik güç meselesidir

Enflasyon meselesi üzerine birkaç not – 2

TÜİK enflasyonu

Türkiye’de genel ücret seviyesi de geniş kitlelerin alım gücü de halihazırda hayli düşürülmüş durumda. Şimşek’in dezenflasyon programı ise çalışanlara 2025’te sadece beklenen enflasyon kadar ücret artışı yapılmasını savunarak bir anlamda “reel gelirlerinizde yaşanan düşüşün kalıcı olmasını kabul edin, bu enflasyon meselesi sulh içerisinde çözülsün” demeye getiriyor. 

“Kamuda tasarruf”un arkasında yatan gerçek

Yüksek faiz, ücretlerin baskılanması ve kamu harcamalarının azaltılması politikalarını enflasyonun düşürülmesi adına savunan iktisatçıların bir düşünce tembelliği içerisinde olduğu söylenebilir. Ancak mesele bununla sınırlı da değil. Çünkü bu politikaların hem ideolojik bir yanı hem de değer üretimi ve bölüşümü ilişkilerine doğrudan ve dolaylı müdahale eden yanları mevcut.   Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, karşı karşıya bulunduğumuz program, nihayetinde, ülke kaynaklarının bir avuç finansal spekülatöre aktarılması ve ülkenin ücretli çalışanlar ve emekliler için bir cehenneme çevrilmesi programıdır.