Trump-Xi zirvesinin ardından

Trump öncesi ABD yönetimlerinin Çin’le kurduğu ilişki daha iyimser ve liberal bir çerçeveye dayanıyordu. Bu yaklaşıma göre, serbest ticaret ile birlikte sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi Çin’in dünya ekonomisine entegrasyonunu artıracak ve daha liberal bir ekonomik düzene geçişi hızlandıracaktı. Bu da nihayetinde Çin’de “demokratikleşmeyi” teşvik edecekti. Fakat Çin bir yandan ekonomik gücünü artırıp ileri teknoloji alanlarında dahi ABD’yle rekabete girebilir hale gelirken bir yandan da Xi yönetimi altında siyasal sistemini kuvvetlendirmeye girişti. Böylelikle liberal yaklaşım geçerliliğini büyük oranda yitirdi ve Biden döneminde devreye sokulan sermaye ve teknoloji kısıtlamaları, hibeler, sübvansiyonlar, vergi indirimleri ve eğitim programlarıyla kritik görülen sanayi sektörlerinin ABD’ye dönmesi teşvik edilmeye çalışıldı. Trump yönetimi ise çok daha müdahaleci ve devletçi bir yaklaşım benimsiyor.

ABD devlet kapitalizmine mi geçiyor?

Önümüzdeki dönemde, dünya ekonomi ve siyasetinin ana belirleyeni ABD’nin “devlet kapitalizmi” tartışmalarını tetikleyen uygulamalarıyla Çin’le artan tekelci rekabetin dinamikleri olacak. Bu nedenle neoliberalizme dair ezberleri bir yana bırakıp olan bitenin politik ekonomisini sermaye birikimi ve güç ilişkileri ekseninde anlamaya çalışmakta fayda var. 

Sanayi ABD’ye döner mi?

Trump ve ekibinin içerideki politika çerçevesi üç ana unsurdan oluşuyor: Savunma harcamaları dışındaki kamu harcamalarını -özellikle sosyal güvenlik harcamalarını- kısmak, şirketlerin ve varlıklı kesimlerin vergilerini düşürmek ve başta finans sektörü olmak üzere birçok alanda düzenlemeleri tasfiye ederek yeni bir deregülasyon dalgası başlatmak. Bu üç unsurun uluslararası ticarete kısıtlamalar getirerek belli alanlarda üretimi yeniden ABD’ye çekme hedefiyle ne ölçüde uyumlu olduğu tartışmalı.

ABD-Çin rekabeti üzerine

 Kısacası, belirsizliklerin giderek artacağa bir dünyaya doğru ilerliyoruz. Trump yönetiminin ayrıntıları enine boyuna düşünülmüş bir programla ilerlemediği açık. Ancak, kural temelli dünya düzenini güç, hiyerarşi ve egemenliğin keyfi olarak kullanılacağı bir sisteme dönüştürmek ABD’nin uzun vadede egemenliğini korumak için gerekli görülüyor. 

Trump ne yapmaya çalışıyor?

"Though this be madness, yet there is method in't.” Bu deliliğin arkasında bir yöntem var mı?  Trump yönetiminin ana hattı, dünyada genel olarak ABD sermayesinin çıkarlarını ve teknolojik üstünlüğü korumaya çalışmak ve içeride ABD sanayisini güçlendirirken bölüşüm çubuğunu daha fazla sermaye lehine bükmek olarak beliriyor. Gidişat bu yönde devam ederse, dünya ekonomisini kısa vadede ekonomik büyümede bir yavaşlama ve enflasyonda bir artış bekliyor. Uluslararası finansal sistemdeki dolar hegemonyasına ne olacağı ile küresel üretim zincirlerinin nasıl dönüşebileceği konuları ise ayrı bir tartışmanın konusu.