IMF Türkiye’yi niye övdü?

IMF’nin önerileri yine aynı: daha yüksek faiz, daha az kamu harcaması, daha düşük ücretler. sermayenin kârlarını ve finansal getirileri koruyan bu çerçeve, Şimşek politikalarıyla bire bir örtüşüyor: Faizleri yüksek tut, büyümeyi ve istihdamı ikinci plana at, kamu harcamalarını kıs, vergileri artır, reel ücretleri baskıla. Yine de dezenflasyondaki sınırlı başarıya karşın Türkiye ekonomisinin hâlâ hem iç hem dış şoklara karşı kırılgan olduğunun IMF tarafından da tespit edilmesinin önemli olduğu söylenebilir. Ama başlıktaki soruya geri dönersek, IMF’nin Türkiye’yi övmesinin ana nedeni, yeterince sert bulmasalar da tam da IMF yaklaşımı ile uyumlu politikaların devrede olmasıdır. Özellikle de yabancı yatırımcılara yüksek getiri sunan yüksek faiz politikası, geniş kesimler üzerindeki vergi yükünü artıran maliye politikası ve reel ücretlerin mümkün mertebe bastırılması konularında. 

Enflasyonla mücadelenin politik ekonomisi

Kısacası, orta vadede finansal kırılganlık sürekli artar, dış sermayeye bağımlılık kronikleşir. Bir noktada şu ya da bu sebepten yurtdışından yeterince döviz girişi olmadığında döviz kurunu artık kontrol edemezsiniz, kur yeniden hızla yükselir, dış yükümlülüklerin ağırlığı artar. Ne bu noktaya ne zaman ve nasıl gelineceğini tam olarak öngörmek ne de bir kez gelindiğinde geri dönmek mümkündür. Kurun artmasını engellemeye merkez bankasındaki döviz rezervlerini piyasaya sürerek kontrol edeyim dediğinizde bir bakarsınız ki 128 milyar dolar kısa sürede buharlaşmış bile. Kur artmaya başlayınca da enflasyon yeniden yükselişe geçer, Kırmızı Pazartesi göndermeli yazılar yazılmaya başlar.  Sonuçta olan, önce enflasyon yüzünden sonra da enflasyonla mücadele bahanesiyle reel gelirleri düşürülen işçilere, memurlara, hizmet fiyatlarını artırma gücü olmayan serbest çalışanlara, emeklilere, işsiz kalanlara, iş bulamayanlara olur.

Reel sektörün döviz açığı

Şimşek “programı” mevduat dolarizasyonunu aşağı çekmekle övünedursun borç dolarizasyonunu hızlandırmış. Borç dolarizasyonu, mevduat dolarizasyonundan daha tehlikelidir. Kur dalgalanmaları ya da ihracat gibi döviz kazandırıcı faaliyetlerde beklenmedik bir daralma, şirketlerde bilanço uyumsuzluğuna yol açabileceği gibi bu döviz cinsi kredileri sağlayan bankaları da zor durumda bırakabilir. Dolayısıyla hem reel sektörün hem bankacılık sektörünün risklerini ve döviz kuru şokları karşısında kırılganlığını artırır. Ülkeye döviz çekmek amacıyla uygulanan yüksek faiz politikası, çok kısa vadeli spekülatif sermaye girişlerine yol açsa da dış sermaye girişleri yetersiz kaldı, enflasyonda hedeflenen düşüş elde edilemedi ve faiz oranları da 19 Mart sonrası yeniden yükseltilmek zorunda kalındı. Bu veriler, Şimşek “programı”nın sadece enflasyonu düşürmekte başarısız olmakla kalmayıp aynı zamanda ekonomideki kırılganlıkları artırdığını da gösteriyor. 

Faiz artışı işe yarayacak mı? 

Bu faiz kararı özellikle yurtiçi yerleşiklerden gelen döviz talebini bir süre kısabilse bile ekonomik durgunluk yayılacak, ödenemeyen krediler, iflaslar ve işsizlik artacak. Bunca maliyete karşı enflasyonda kayda değer bir düşüş beklemek için de ortada bir neden görünmüyor.

Enflasyon meselesi üzerine birkaç not – 2

TÜİK enflasyonu

Türkiye’de genel ücret seviyesi de geniş kitlelerin alım gücü de halihazırda hayli düşürülmüş durumda. Şimşek’in dezenflasyon programı ise çalışanlara 2025’te sadece beklenen enflasyon kadar ücret artışı yapılmasını savunarak bir anlamda “reel gelirlerinizde yaşanan düşüşün kalıcı olmasını kabul edin, bu enflasyon meselesi sulh içerisinde çözülsün” demeye getiriyor. 

Enflasyon meselesi üzerine birkaç not – 1

TÜİK enflasyonu

“İrrasyonel” politikalar enflasyonu azdırarak reel ücretleri baskılarken “rasyonel” politikalar dezenflasyonu bahane ederek reel ücretleri baskılamaya çalışıyor.  Kısacası, ücretlerde geçmiş enflasyon kadar artış yapılmaması çabası, Şimşek politikalarının da ücretleri bastırma konusunda Nebati politikalarıyla bir süreklilik içerisinde bulunduğunu yeniden gösteriyor.