ABD devlet kapitalizmine mi geçiyor?

Özgür Orhangazi

25 Ekim 2025

Trump yönetiminin “Önce Amerika” sloganıyla uyguladığı ekonomi politikaları gerek neoliberal makroekonomik çerçeveden sapmasıyla gerekse Trump’ın tarzından ötürü ciddi bir kafa karışıklığı yarattı. Özellikle dış ticaret ve gümrük vergileri alanındaki uygulamalar, irrasyonel, keyfi ve öngörülemez olarak değerlendirildi. Bu politikalar, bir yandan şirketler ve varlıklı kesimler için vergi indirimleri, sosyal harcamaların kısılması ve giderek daha fazla alanın deregülasyon yoluyla piyasa güçlerinin kontrolüne terk edilmesini içerirken, bir yandan da serbest ticaret, serbest piyasalar ve bağımsız merkez bankacılığı gibi unsurları dışarıda bırakarak neoliberalizmin küreselleşmeci ve serbest ticaret odaklı yaklaşımından net bir biçimde ayrışıyor. Neoliberalizmin kurumsal özerklik ve kurallara dayalı öngörülebilirlik vurgusunun yerini ise kuralların ve normların keyfi biçimde askıya alındığı, “yaptım oldu” türü bir pratik alıyor. 

ABD yönetiminin ekonomik söylemi, üretimi ülke içine geri çekmek, dışa bağımlılığı azaltmak ve özellikle Çin’e karşı ABD’nin teknolojik egemenliğini yeniden tesis etmek olarak şekilleniyor. Bu söylemin arkasında Biden döneminden itibaren belirmeye başlayan ve Çin’in hızlı teknolojik ilerlemesini ABD için bir tehdit olarak gören anlayış yer alıyor. Çin’in yapay zekâ kapasitesindeki hızlı artış ve nadir toprak elementleri ile kritik mineraller üzerindeki kontrolü bu tehdidin somut biçimleri olarak görülüyor. Gümrük tarifeleri, ABD’nin stratejik üstünlüğünü yeniden sağlamanın bir aracı olarak kullanılmaya çalışılsa da ABD merkezli şirketlere de zarar verdiği için şirketler yoğun bir lobi faaliyeti içerisine girmiş bulunuyor. Trump yönetimiyle doğrudan ilişki kurabilen büyük şirketler, kendileri için çeşitli istisnalar tanımlanmasını sağlayabiliyor. Bu da ABD’de siyasi bağlantıların rekabet gücünü belirleyici hale geldiği bir “ahbap-çavuş kapitalizmi”nin ortaya çıktığı yönünde yorumlara da yol açıyor. 

Öte yandan, ABD’nin doğrudan özel şirketlere yatırım yapmaya başlaması ise “devlet kapitalizmine mi geçiliyor?” tartışmasını gündeme taşıdı. Özellikle, CHIPS yasası kapsamında Intel’e verilmesi planlanan 9 milyar dolarlık federal teşvik karşılığında şirket hisselerinin yüzde 10’unu devralarak ABD hükümetinin Intel’in en büyük hissedarı konumuna gelmesi bu tartışmaları yoğunlaştırdı. Bu adımın arkasında, Intel’in ABD içinde ileri teknoloji üretiminin ve yarı iletken tedarik zincirlerinin güvenliğini sağlamaya yönelik yatırımlarının desteklenmesi hedefi yatıyor. Buna ek olarak doğrudan madencilik sektörüne yapılmaya başlanan yatırımlar da bu dönüşümün başka bir boyutunu oluşturuyor. Alaska’daki Ambler maden sahasını geliştiren Trilogy Metals şirketine yüzde 10 oranında ortak olunarak bu alana da doğrudan kaynak aktarılmaya başlandı. Benzer şekilde, adının yeniden Savaş Bakanlığı olarak değiştirileceği açıklanan Savunma Bakanlığı, Kaliforniya merkezli nadir toprak elementleri üreticisi MP Materials’ın yüzde 15 hissesi karşılığı şirkete 400 milyon dolar aktardı. Ayrıca, Grönland’daki nadir toprak elementlerinin çıkarılmasını hedefleyen Critical Metals şirketine yüzde 8’lik bir yatırım yapılması planlanıyor. Yine benzer biçimde, elektrikli araçlar ve elektronik ürünlerde kritik öneme sahip bataryalarda kullanılan lityumun tedarikini güvence altına almak amacıyla Lithium Americas ve USA Rare Earth şirketlerine de devlet yatırımları yapılması bekleniyor. (1)

Öte yandan, Hazine Bakanı Scott Bessent’in geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamalar da bu bağlamda dikkat çekici. ABD’nin hedefinin kritik minerallerde ve stratejik sektörlerde “kendine yeterliliği artırmak ve güvenilir müttefiklere dayanmak” olduğunu vurgulayan Bessent’in belki de en önemli cümlesi şuydu: “Piyasa ekonomisi olmayan bir ekonomiyle, yani Çin’le karşı karşıyaysanız, sanayi politikası uygulamak zorundasınız.” Açıklamaya göre, devletin özel şirketlere yönelik yatırımlarının nadir toprak elementleri, yarı iletkenler, ilaç ve çelik sektörlerinde sürmesi bekleniyor. Buna ek olarak, nadir toprak elementleri alanında fiyat tabanları oluşturulması ve stratejik stokların tesis edilmesi planlanıyor. (2)

Bu açıklamalarda dikkate değer bir diğer nokta ise “savunma” sanayindeki şirketlere yönelik eleştiriydi. Bessent, bu şirketleri Ar-Ge harcamalarını artırmaya, buna karşılık hisse geri alımlarını azaltmaya çağırdı. Hisse geri alımları, ABD’de finansallaşmanın en belirgin göstergelerinden biri olarak görülüyor. Şirketler, uzun süredir kârlarını üretken yatırımlara yönlendirmek yerine, artan temettü ödemeleri ve hisse geri alımları yoluyla finansal yatırımcılara aktarmayı tercih ediyor. Nitekim son dönemde Boeing’in yaşadığı üretim ve güvenlik sorunlarının ardında da şirketin yıllar boyunca hisse geri alımlarına öncelik verirken üretim altyapısına ve Ar-Ge’ye yeterince kaynak ayırmaması gösteriliyor. Dolayısıyla, ABD’de devletin üretken sermayeyi yeniden yönlendirme çabasıyla finansallaşma dinamikleri arasında da doğrudan bir çelişki ortaya çıkmaya başlıyor. 

Intel ve diğer şirketlere verilen doğrudan destekler, Nvidia ve AMD ile yapılan gelir paylaşımı düzenlemeleri, Apple ve TMSC’ye tanınan gümrük muafiyetleri biçim olarak birbirinden farklı görünse de özünde Biden döneminde başlatılan sanayi politikalarının Trump yönetimi altında daha agresif ve yer yer daha keyfi bir biçimde sürdürülmesidir. Biden yönetimi, altyapı yatırımları, yarı iletken üretimi, yeşil enerji ve belirli teknolojik alanlardaki araştırmaları doğrudan kamu kaynaklarıyla destekleyerek ABD sermayesinin rekabet gücünü artırmayı hedeflemişti. Trump yönetimi ise benzer bir hedefi daha kaotik, çıkar ilişkilerine ve kişisel pazarlıklara açık bir biçimde sürdürüyor. 

Tüm bu gelişmeler, Amerikan kapitalizminin yeni karakterinin, stratejik sektörlerin devlet eliyle desteklenmesine, ancak bu sürecin piyasa rekabeti yerine siyasal bağlantılar ve rant ilişkileri üzerinden işlemesine dayandığını gösteriyor. Bu bağlamda Wall Street Journal’da yayımlanan bir yazı, Trump yönetiminin ekonomik alana giderek artan ölçüde siyasi müdahalelerde bulunduğunu, hatta Çin Komünist Partisi’nin ekonomi üzerindeki kontrol modelini taklit ettiğini öne sürerek ABD’nin “devlet kapitalizmine” yöneldiğini iddia ediyordu. (3) Ancak burada “devlet kapitalizmi” olarak nitelenen olgunun, Çin’in ekonomik modeliyle özdeşleştirilmesi mümkün değil. Çin, geleceğin stratejik sektörlerini desteklemek için kamu kaynaklarını seferber ederken, bunu yalnızca finansal araçlarla değil, aynı zamanda devletin planlama kapasitesiyle gerçekleştiriyor. Kamu işletmeleri, kamu bankaları ve kamu destekli yatırım fonları, stratejik bir yönelim altında koordineli biçimde hareket ediyor. Sanayi politikası uzun süredir beş yıllık planlar çerçevesinde şekillenmekte ve bu planlar yalnızca tekil sektörleri değil, üretim, finansman, teknoloji ve devlet koordinasyonunu bir bütün olarak ele alan kapsamlı bir stratejinin unsurlarını oluşturuyor. 

Önümüzdeki dönemde, dünya ekonomi ve siyasetinin ana belirleyeni ABD’nin “devlet kapitalizmi” tartışmalarını tetikleyen uygulamalarıyla Çin’le artan tekelci rekabetin dinamikleri olacak. Bu nedenle neoliberalizme dair ezberleri bir yana bırakıp olan bitenin politik ekonomisini sermaye birikimi ve güç ilişkileri ekseninde anlamaya çalışmakta fayda var. 

Notlar:

(1) “Trump administration pivots to buying stakes in critical sectors” 7 Ekim 2025. https://www.reuters.com/business/autos-transportation/trump-administrations-investment-push-rare-earth-companies-chipmakers-2025-10-06/

Öte yandan, son dönemde kuantum bilişim alanında faaliyet gösteren bazı ABD şirketleri (IonQ, Rigetti Computing, D-Wave Quantum vb.) federal fonlara erişim karşılığında ABD Ticaret Bakanlığı’na hisse devri yapılması yönünde görüşmeler yürütüyor. Bu düzenleme gerçekleşirse, devletin stratejik teknolojilerde doğrudan pay sahibi olmasının ilk örneklerinden biri olacak. Kuantum bilgisayarlar, mevcut bilgisayarların milyonlarca yılda gerçekleştirebileceği hesaplamaları saniyeler içinde yapabilme potansiyeline sahip oldukları için, yeni ilaçların, malzemelerin ve kimyasal bileşiklerin geliştirilmesini hızlandırabileceği ve ekonominin hemen her alanında verimliliği artırabileceği düşünülüyor. Görüşmeler kapsamında, her bir şirkete Washington tarafından en az 10 milyon dolarlık destek sağlanması planlanıyor; benzer anlaşmaların Quantum Computing ve Atom Computing gibi diğer firmalarla da yapılması gündemde. (https://www.wsj.com/business/entrepreneurship/trump-administration-in-talks-to-take-equity-stakes-in-quantum-computing-firms-60ee5143)

(2) David Lawder, “US may seek more stakes in strategic companies to counter China, Bessent says” 16 Ekim 2025. https://www.reuters.com/business/aerospace-defense/us-may-seek-more-stakes-strategic-companies-counter-china-bessent-says-2025-10-16/

(3) Greg Ip, “The US Marches Toward State Capitalism with American Characteristics” 11 Ağustos 2025 https://www.wsj.com/economy/the-u-s-marches-toward-state-capitalism-with-american-characteristics-f75cafa8

Leave a comment