Döviz açığı ve olası çözümler

Özgür Orhangazi

19 Temmuz 2025

Geçtiğimiz hafta, alternatif bir makroekonomik politika çerçevesinin hangi unsurları içermesi gerektiğini özetlemiştim. Bu hafta ise bu çerçeve içerisinde merkezi bir yere sahip olması gereken döviz açığı sorununa ve bu sorunun olası çözümlerine kısaca değinmek istiyorum. Türkiye’de uygulanan ekonomi politikaları, dış kaynak girişi olmadan büyümenin sürdürülemeyeceği varsayımı üzerine kurulmuştur. Cari açık ise bir sorun olarak değil, ekonominin yapısal bir özelliği olarak görülmüş; çözüm yerine çoğunlukla finansmanı öncelenmiştir. 12. Kalkınma Planı’ndaki şu ifade bu yaklaşımın bir özetidir: “Uluslararası sermayenin ülkemize çekilmesine yönelik sermaye hareketlerinin serbestliği ilkesi doğrultusunda uygulamalara devam edilecektir. Sağlıklı finansman kanalları güçlendirilerek cari işlemler açığının finansmanında orta ve uzun dönemli kaynakların miktar ve çeşitliliğinin artırılması sağlanacaktır. Böylelikle, Türkiye’nin potansiyel büyüme sınırlarının artırılmasına yönelik dış tasarrufların ekonomiye kazandırılmasında ivmelenme sağlanacaktır” (madde 325).

Bu yaklaşım, nihayetinde, ekonomi politikalarının dış kaynak girişini özendirecek bir biçimde, yani uluslararası finansal sermayenin istek ve çıkarları doğrultusunda belirlenmesine yol açmaktadır. Yeterli dış sermaye girişi olmaması ise kur şokları ve bu şokları takip eden yüksek enflasyon ve istikrarsız büyüme dönemlerine yol açmaktadır. Bu sorununun çözülmesi, yapısal sorunlara müdahale edilmeden; yapısal sorunların çözülmesi ise döviz açığını kapatmadan mümkün olmayacaktır. 

Günümüzde döviz açığının arkasında üç ana neden yatmaktadır:

(1) Kronik dış ticaret açığı;

(2) Dış sermayeye yapılan yüksek faiz ve kâr payı ödemeleri;

(3) Yurtdışına sermaye kaçışı. Döviz açığı sorununun kronikleşmesinde artan finansallaşma ve üretim yerine spekülatif kazançlara yönelim de önemli bir yer tutmaktadır. 

Kurda süregelen belirsizlik, şirketleri uzun vadeli yatırım planlarından uzaklaştırmakta; bu durum ithal girdilere olan bağımlılığı artırarak döviz açığını büyütmektedir.

Bu sorunu çözmek için TL’yi değersizleştirerek veyahut ücretleri baskılayarak ihracata konu mal ve hizmetlerin fiyatlarının dünya piyasalarında ucuzlatılması ve bu yolla ihracatın artırılması genellikle tercih edilen yöntem olagelmiştir. Ancak ihracat artışı, ithalatın büyük kısmının sermaye malları, üretim girdileri ve enerji kaynaklarından oluşması nedeniyle döviz açığını kapatmaya yetmemektedir. Üstüne üstlük bu politikalar, iktisat literatüründe “yoksullaştıran büyüme” olarak tabir edilen, ekonomik büyüme sürerken geniş kesimlerin yaşam koşullarının kötüleşmesi ve yoksullaşması sonucuna yol açmaktadır. Döviz açığı kapatılamadığında, dış kaynak ihtiyacı artmakta ve bu da yüksek faiz aracılığıyla sermaye çekme politikasına dönüşü kaçınılmaz kılmaktadır. Daha fazla dış sermaye girişi, bir süre sonra dış sermayeye yapılan faiz ve kâr ödemelerinin artmasına, dolayısıyla uzun vadede cari açığın daha da genişlemesine neden olmuştur.

Öte yandan, bu sorun karşısında iktisatçıların genellikle ezbere önerdiği politika, yüksek katma değerli, yüksek teknolojiye dayalı üretiminin artırılmasıdır. Bu yönde uzun bir zamandır uygulanan teşvik, sübvansiyon ve vergi indirimleri ise anlamlı bir artışa yol açmamıştır. Kaldı ki dünya kapitalist sistemi içerisinde yüksek katma değerli üretime yönelik böyle eşzamanlı atılımlar, küresel üretim yapısının mevcut işleyişi nedeniyle birçok ülke için gerçekçi bir hedef olmaktan uzaktır. Bu piyasalar, merkezleri ileri kapitalist ülkelerde yer alan ve değer zincirlerini kontrol eden tekelci firmaların kontrolü altındadır. Bu alanda atılım yapabilen Doğu Asya ülkeleri ise bunu daha ziyade kapsamlı devlet müdahaleleri ve planlaması çerçevesinde bu değer zincirlerine eklemlenerek gerçekleştirmişlerdir. Çin’in de son dönemde bu piyasalara girmiş olmasıyla birlikte sert bir tekelci rekabet ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, basitçe “hadi yüksek katma değerli üretim yapalım” demek, esas soruna dair bir çözüm üretmekten ziyade meseleyi geçiştiren bir yaklaşım halini almıştır. 

Bu bağlamda, kapsamlı bir dönüşüm için atılması gereken başlıca adımlar şunlardır:

(1) Öncelikle, yüksek ithal girdi kullanımının nedenleri ve sonuçları sektör, sanayi ve firma düzeyinde ayrıntılı bir biçimde tespit edilmelidir.

(2) İthal girdi kullanımını ve dolayısıyla döviz açığını azaltacak planlı ve stratejik yatırımlar kamu eliyle tasarlanmalıdır. Bu da somut ve ayrıntılı bir sanayi ve tarım programı ile para ve maliye politikalarının bunlarla uyumlu bir şekilde yeniden tasarlanmasını gerektirecektir.

(3) Tespit edilecek öncelikli alanlarda ithalatın kısılmasına yönelik tedbirler kaçınılmaz olarak gündeme gelecektir. Ancak bu tedbirler, yurtdışı alışverişlerine uygulanan gümrük vergileri gibi keyfi bir biçimde değil, belirli bir plan dahilinde yürütülmelidir.

(4) Gelir dağılımındaki bozulma, üst gelir gruplarının ithalata bağımlı lüks tüketimini artırarak döviz açığını beslemektedir. Bu nedenle gelir dağılımını düzeltici politikalar önemlidir.

(5) Döviz açığının ikinci önemli nedeni olan dış sermayeye yapılan ödemelerin azaltılabilmesi için dış yükümlülüklerin planlı bir biçimde yeniden yapılandırılması gerekecektir.

(6) Döviz açığının üçüncü önemli nedeni olan yurtdışına sermaye kaçışının durdurulması ve geri çevrilmesi için tedbirler gündeme alınmalıdır. Ancak, bu kaçışın arkasında yatan iki önemli neden, ekonomi ve siyasete duyulan güvensizlik ile gelir ve servet dağılımındaki bozulma ortadan kaldırılmadan bu tedbirlerin sonuç vermesi beklenemez.

(7) Dış ticaret açığının önemli bir kısmını oluşturan enerji ithalatını azaltmak için başta ulaşım olmak üzere her alanda enerji verimliliğini artıracak tedbirlerle birlikte yenilenebilir enerji yatırımları artırılmalıdır. Örneğin, ulaşımda karayolundan demiryolu ve denizyoluna geçiş, enerji ithalatını azaltmak için önemli bir politika tercihi olarak ele alınmalıdır. 

Döviz açığı, kısa vadeli müdahalelerle çözülebilecek bir sorun değildir. Ancak, üretim yapısında dönüşümü merkeze alan bütüncül ve kararlı bir programla, orta ve uzun vadede aşılabilir. Bu sorunu çözemeyen bir program, ekonomiyi sürekli dış şoklara açık ve kırılgan bir hâle mahkûm edecek ve dolayısıyla ya uluslararası finansal sermayenin istekleri doğrultusunda dönüşler yapılmak zorunda kalınacak ya da üretimin kritik ithal girdilerinin tedariğinde zorluk yaşanacaktır. 

Leave a comment