Alternatif ekonomi politikalarına giriş

Özgür Orhangazi

12 Temmuz 2025

Son iki yazıda Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarını mesele edinip bunlara yönelik ekonomi politikası önerileri geliştirmeye yönelen çalışmaların sınırlı olduğuna ve sorunların kökenlerini doğru tespit etmeyen analizlerin “rasyonalite”ye dönüş ile içeriği belirsiz bir “yapısal reformlar” söyleminden öteye geçemediğine dikkat çekmiştim. Öncelikle vurgulanması gereken şudur ki Türkiye ekonomisinin karşı karşıya bulunduğu sorunlar, kısa vadede çözülebilecek sorunlar değildir. Bunların üstesinden gelecek, geniş kesimlerin refah ve özgürlüğünü artıracak ve daha demokratik bir toplumu mümkün kılacak bir ekonomi programının öncelikle neoklasik iktisadın kurgusal dünyasından çıkması ve neoliberal ekonomi politikası ezberlerini bir yana bırakması şarttır. Böyle bir programın makroekonomik ufku, şu üç ana unsur üzerinden inşa edilmelidir: (1) Üretim ve bölüşüm ilişkilerini tamamen piyasanın insafına terk etmekten vazgeçilmeli, üretim ve bölüşüm toplumun ihtiyaçları doğrultusunda organize edilmelidir; (2) bunu yapmanın ilk adımlarından birisi kamusal mal ve hizmetlerin üretimi ile tekel vasfı taşıyan sektörlerdeki üretimin toplumsallaştırılması ve doğrudan kamunun idaresi altına alınması olacaktır; (3) bu da ekonomiye dair kararların alınmasında katılımcı planlama ve denetleme yöntemlerinin geliştirilmesini gerektirmektedir. 

Bu üç unsur üzerine inşa edilecek bir ekonomi programının merkezinde, kaçınılmaz olarak, Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisiyle eklemlenme biçimlerini ve bunların yarattığı sorunları açıkça tanıyıp çözmeyi hedefleyen bir yönelim olmak zorundadır. Açlık sınırının altında bir asgari ücret seviyesi ve değersiz TL ile ihracat pazarlarında rekabetçiliği artırarak döviz açığını kapama çabasının ne geniş kesimlerin refahını yükseltmesi ne de dış açığın kapanmasını sağlaması mümkündür. Bu yaklaşım, yüksek ithal girdi kullanımını ve yüksek döviz cinsi borçları yeterince ciddiye almamaktadır. Orta ve uzun vadede yüksek ithalat bağımlılığını düşürecek, dış yükümlülüklerin artışını durduracak ve yurtdışına servet kaçışını engelleyip tersine çevirecek bir politikalar bütünü, bu hedeflerle uyumlu somut bir sanayi ve tarım politikası ile birlikte tasarlanmak zorundadır. Altta yatan sorunlar ortadan kaldırılamadığı sürece, faiz ve kur politikalarıyla ya da kredi ve teşvik politikalarıyla farklı bir yapının ortaya çıkması beklenemez. 

Nüfusun büyük bir kısmının temel ihtiyaçlarını karşılamakta yaşadığı sorunlar son dönemde giderek ağırlaşmaktadır. Bunun arkasında yatan neden sadece ücret artışlarının enflasyonist bir ortamda fiyat artışlarının gerisinde kalması değildir. Daha önemli bir neden, eğitim, sağlık, ulaşım, barınma, gıdaya erişim, bakım hizmetleri gibi temel ihtiyaç ve hakların tedariğinin büyük oranda piyasaya bırakılmış olmasıdır. Benzer bir şekilde elektrik üretimi ve dağıtımı, telekom hizmetleri, içme suyu ve benzeri alanlarda da kontrol büyük oranda piyasaya bırakılmış durumdadır. Halbuki iktisat teorileri ve yapılan çalışmalar açıkça göstermektedir ki kamusal mal/hizmet özelliği taşıyan alanlar ile doğal tekel özelliği taşıyan sektörlerde üretimin piyasaya bırakılması eksik üretim ve yüksek fiyatlara yol açar. Bu alanlardaki üretimin kamu tarafından planlı bir biçimde yapılması ekonomik etkinliği artıracak, maliyetleri düşürecek ve erişimi kolaylaştırıp yaygınlaştıracaktır.

Bu bağlamda maliye politikası tartışmaları da bütçe açığının yahut yüksek dolaylı vergilerin eleştirilmesinin ötesine taşınmalıdır. Ekonominin içinde bulunduğu şartlar gözetildiğinde kısa vadede maliye politikasının dört önceliği olmalıdır: (1) Toplum açısından gereksiz ve verimsiz harcamaların kesilmesi; (2) sosyal harcamaların artırılması; (3) tarımı ve gıda tedariğini destekleyecek harcamaların artırılması; (4) vergi yükünün üst gelir ve varlık gruplarına dağıtılması. 

Orta vadede ise kamu bütçesi bir yatırım programı çerçevesinde planlanmalıdır. Bu planlamada öncelikli olarak hedeflenmesi gereken dört alan bulunmaktadır: (1) Geniş kesimlerin temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere üretime yönelik yatırımlar; (2) dış ticaret açığını ve dışa bağımlılığı azaltmayı hedefleyen stratejik yatırımlar; (3) konut ve barınma sorununun çözümüne yönelik yatırımlar; (4) yenilenebilir enerji yatırımları. Bu alanlarda yapılacak yatırımlar, aynı zamanda tam istihdam hedefi gözetilerek işsizlik sorununu ortadan kaldıracak bir biçimde planlanmalıdır.

Benzer bir şekilde, para politikası tartışmaları da kısır faiz-kur tartışmalarının dışına çıkarılmalı ve para ve kredi politikası yukarıda sayılan hedefleri desteklemek üzere şu üç öncelik üzerine kurulmalıdır: (1) Geniş kesimlerin temel ihtiyaçlarını karşılamak için yapılacak yatırımları destekleyecek kredi politikaları; (2) dışa bağımlılığı azaltacak yatırım programlarını destekleyecek kredi politikaları; ve (3) bunları yaparken belirli bir reel kur hedeflemesini gözetecek ve sermaye kaçışını engelleyecek tedbirler. 

Böylesi bir makroekonomik politika çerçevenin geniş kitlelerin ihtiyaçlarının yeterli bir biçimde karşılanabilmesi ve genel refahın artırılabilmesi için zaruri olduğu açıktır. Gerçek anlamda özgürlükten de ancak geniş kitlelerin ihtiyaçlarının karşılandığı, bölüşümün ihtiyaçlar doğrultusunda yapıldığı, işsizlik ve yoksulluğun ortadan kaldırıldığı bir toplumda söz etmeye başlayabiliriz. Ekonomiye dair önemli tüm kararların sadece piyasalar ve kârlılık düşünülerek alındığı bir toplumda yönetim biçiminden bağımsız olarak gerçek anlamda bir demokrasiden de söz etmek mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla, böylesi bir politika yönelimi demokrasinin sınırlarını da genişletecek bir gelişme olacaktır. 

Önümüzdeki haftalarda bu tartışmayı elimden geldiğince devam ettirmeyi ve yukarıdaki genel çerçeveyi detaylandırmayı umuyorum. 

Leave a comment