Enflasyon meselesi üzerine birkaç not – 1

TÜİK enflasyonu

Özgür Orhangazi

2023 Haziran’ında ekonomide istikrarı sağlamak ve enflasyonu düşürmek iddiasıyla ekonominin başına getirilen Şimşek ve ekibi, aradan geçen 16 ayda henüz enflasyonu hedefledikleri seviyeye indirmekte başarılı olabilmiş değil. Nitekim Merkez Bankası’nın 17 Ekim 2024 tarihli Para Politikası Kurulu Kararı’nda “enflasyondaki iyileşmenin hızına dair belirsizlik ise son dönemdeki veri akışı ile artmıştır” denilerek enflasyonun nasıl seyredeceğini Merkez Bankası’nın dahi öngöremediği bir anlamda itiraf edilmiş oldu. 

Şimşek ve ekibinin enflasyonu düşürmek için uyguladığı yüksek faiz ve TL’nin reel olarak değerlenmesi politikası hemen hemen tüm iktisatçılardan destek görürken, bu politikanın şimdiye kadar arzulanan başarıyı gösterememesi ise genellikle kamu harcamalarının yeterince kısılmamış olmasına bağlanıyor. 

Önce birkaç tespit ve gözlem:

  1. Her ne kadar iktisatçıların çoğunluğu ortada somut bir dezenflasyon programı varmışçasına yorum yapmayı tercih ediyor olsa da ortada kısa, orta ve uzun vadedeki hedefleri açıkça ortaya konmuş, bu hedeflere hangi kanallar ve mekanizmalar üzerinden ulaşılacağına dair bir yol haritası çıkarılmış bir program yok. Her ne kadar bazıları son açıklanan Orta Vadeli Program’ı esas alsa da bu program sadece bir dilek ve temenniler görünümü taşıyor.
  2. Karşımızda somut bir program olmadığı gibi elimizde de güvenilir bir enflasyon serisi mevcut değil. TÜİK’in 2021’den itibaren açıkladığı enflasyon verilerinin güvenilir olmadığı ve enflasyonu olduğundan düşük gösterdiği hemen tüm gözlemcilerin ortak görüşü. Her ne kadar Şimşek’i destekleyen iktisatçılar serilerin artık daha doğru olduğuna inanmayı tercih ediyor olsa da bu inancı destekleyecek pek fazla veriye sahip değiliz. TÜİK ne geçmişte açıkladığı enflasyon istatistiklerini düzeltme yoluna gitti ne de madde fiyat listesini (bu konuda alınmış bir mahkeme kararı olmasına rağmen) açıklamaya yanaştı. 
  3. Elimizde somut bir program ve güvenilir bir veri seti olmadığı gibi Şimşek ekibi Türkiye’deki enflasyonun yüksek seyretmesinin nedenleri ve belirleyenleri üzerine yapılmış ayrıntılı bir çalışma da sunmadı. Örneğin, fiyatlar hangi sektörlerde ve hangi ürünlerde hızla artmakta? Eğer birçoklarının öne sürdüğü gibi fiyat artışları toplam talebin fazla olmasından kaynaklıysa bu talep fazlası hangi sektör ve ürünlerde yoğunlaşıyor? Bu sektör ve ürünlerde arz neden talebe yetişemiyor? Tabii böylesi bir çalışma ekonominin yapısına ve sektörlerin girdi-çıktı ilişkilerine dair veriyi gerektiriyor ve TÜİK oldukça uzun bir süredir güncel bir girdi-çıktı tablosu üretememiş durumda. 
  4. Enflasyonu düşürmeyi gerçekten hedefleyen bir ekonomi yönetiminin kamunun kontrolündeki fiyatları, elektrik ve doğalgaz sübvansiyonları ile vergileri bu amaca uygun bir biçimde kullanması beklenir. Ancak Şimşek yönetimi bunu da yapmaktan oldukça uzak. 
  5. Uluslararası literatürde giderek artan bir biçimde tartışılan aşırı yüksek kârlılık, piyasa yoğunluğu ve birçok sektörde firmaların fiyat belirleme güçlerinin olmasının enflasyona etkileri gibi konular Türkiye’deki dezenflasyon programında herhangi bir karşılık bulmuyor. 

Peki elimizde ne var? 

  1. Aslına bakılırsa çok bir şey yok. Yüksek faizlerle bir yandan dış sermaye çekerek bir yandan da yurtiçinde ekonomiyi yavaşlatıp ithalatı bir miktar düşürerek döviz dengesini sağlamak ve bunu yaparken de TL’yi reel olarak bir miktar değerlendirmek açıkça ilan edilen tek hedef. TL’nin reel olarak değer kazanması ile döviz kurundaki artıştan kaynaklanan fiyat artışlarının kontrol altına alınması umuluyor. Uygulanan kur politikası, 2000’de IMF yönetimi altında denenen ve büyük bir krizle sonuçlanan, 2002’de daha kapsamlı bir programın parçası olarak yeniden denenen ve uluslararası likidite şartlarının da olumlu seyretmesi sayesinde enflasyonu düşürmekte başarılı olan programların içerdiği kur politikalarına benzetilebilir. 
  2. Ancak bugünkü politikalar da 2000 ve 2002 sonrası uygulanan politikalar da esas sorun olan Türkiye ekonomisinin kronik döviz açığını sorun etmekten ısrarla kaçınıyor. Hâl böyle olunca da dış sermaye çekerek TL’yi reel olarak değerlendirip enflasyonu kontrol altına alma girişimi başarılı olduğunda kaçınılmaz olarak ithalatı ve aynı zamanda ekonominin dış yükümlülüklerini daha da artırıyor, bir sonraki kur şokunun temellerini hazırlıyor. 
  3. Bu tarz politikalar uygulandıkları her yerde aynı zamanda ücretleri baskılama hedefini önüne koyuyor. Ücretlerin baskılanması ile çalışanların yaşam koşulları giderek daha da kötüleşiyor ve milli gelirden aldıkları pay azalıyor. Böylelikle hem yurtiçi sermayenin kârlılığı korunabiliyor hem de uluslararası finansal sermayeye yaptıkları yatırımlar karşılığında faiz ve kâr payı gibi ödemelerle daha fazla kaynak aktarılıyor. 
  4. Ücretleri baskılama politikası, ücret artışları beklenen enflasyona göre yapılmazsa enflasyon düşürülemez ve bundan da en çok yine ücretliler zarar görür gibi tuhaf bir argümanla savunuluyor. Çalışanların enflasyon karşısında kaybettikleri satın alma gücünün geçmiş enflasyon kadar bir ücret artışıyla telafi edilmesinin böylelikle önüne geçiliyor.
  5. Türkiye gibi çalışanların neredeyse yarısının asgari ücret civarında bir ücretle geçinmeye çalıştığı bir ekonomide asgari ücret artışlarını kısıtlamanın çalışan yoksulluğunu daha da artıracağı ısrarla hesaba katılmıyor. Enflasyonla mücadelenin yükü sadece ücretlilerin üzerine yıkılmamalıdır diye yuvarlak cümleler kurulsa da şirketlerin oldukça yüksek kârlılıkları neredeyse hiç sorun edilmiyor. Ancak Cem Oyvat’ın bir yazısında gösterdiği gibi (1) asgari ücrete Temmuz’da ara zam yapılan 2022 ile yapılmayan 2024 kıyaslandığında enflasyonun seyrinde belirgin bir farklılık da bulunmuyor. 
  6. Kısacası, ücretlerde geçmiş enflasyon kadar artış yapılmaması çabası, Şimşek politikalarının da ücretleri bastırma konusunda Nebati politikalarıyla bir süreklilik içerisinde bulunduğunu yeniden gösteriyor. “İrrasyonel” politikalar enflasyonu azdırarak reel ücretleri baskılarken “rasyonel” politikalar dezenflasyonu bahane ederek reel ücretleri baskılamaya çalışıyor. 

Son soru: Şimşek politikaları enflasyonu düşürmekte başarılı olabilir mi? 

Ayrıntılarına belki daha sonra girmek üzere, eğer belirli şartlar bir araya gelirse Şimşek’in hedeflediği yüksek faiz, reel olarak değerlenen TL ve düşen enflasyonu görme olasılığımız var. Buna Şimşek’in “iyi senaryo”su diyebiliriz:

  1. Bu şartların başında ABD ve AB’nin faiz indirimlerine devam etmesi, böylelikle küresel likidite şartlarının gevşemesi ve bu gevşeme sonucunda Türkiye’ye, özellikle de tahvil ve hisse senedi piyasalarına yönelik dış sermaye girişlerinin artması geliyor. 
  2. Bu olurken aynı zamanda dünyada enerji fiyatlarında ciddi bir artış olmaması gerekiyor. Türkiye’nin petrol ve doğalgaz başta olmak üzere enerjide dışa bağımlılığı enflasyonun da küresel enerji fiyatlarına oldukça duyarlı olması sonucunu doğuruyor. 
  3. Küresel ekonomide ve özellikle de Türkiye’nin ihracat pazarının önemli bir bölümünü oluşturan AB’de ciddi bir ekonomik yavaşlama olmaması ve ihracat gelirlerinin fazla düşmemesi diğer bir şart. Aksi takdirde ihracattan gelen dövizdeki azalma daha da fazla dış sermaye girişini gerektirecektir.

Şimşek ve ekibi yüksek faiz politikasına devam ederken bu şartlar sağlanırsa TL’nin reel olarak değerlenmesi sürebilir, reel ücretlerin de baskılanmasıyla şirketlerin maliyetleri düşürülerek fiyat artışlarını düşük tutmaları beklenebilir. Bu da Merkez Bankası’na yavaş yavaş faizleri indirme şansı verebilir. Ne var ki küresel şartların olumlu seyretmeme olasılığı son Merkez Bankası Enflasyon Raporu’nda da şu satırlarla dikkat çekilmişti: “Küresel risk iştahı uzun süre olumlu seyretmiş, ancak temmuz ortalarından itibaren jeopolitik gelişmelerin yanı sıra Fed’in faiz indirim sürecinde temkinli hareket edeceğine ilişkin açıklamaları ve Japonya merkez bankasının faiz artırımı nedeniyle hızlı bir bozulma kaydetmiştir.”

Görüldüğü gibi, bu “iyi senaryo”da dahi çalışanlar ve geniş halk kesimleri yararına herhangi bir şey yok. Ne geçmiş enflasyonla eritilen satın alma gücü geri geliyor, ne de son birkaç senede gerçekleşen servet transferi tersine dönüyor. Üstüne üstlük ekonomi yavaşlarken yapısal işsizlik sorunu da ağırlaşarak devam ediyor.

Not: